Dünyamızda süre giden emperyalist-kapitalist düzen, egemen güç olan burjuvazinin her şeyi kendi ihtiyaçlarına göre biçimlendirdiği bir sistemdir. Bu düzen sömürücü, ırkçı, cinsiyetçi, homofobik ve doğa düşmanıdır. Sermaye düzeni, işçi ve emekçi gençliğe yedek iş gücü ordusu olarak bir kıyıda yaşama tutunmaya çalışmak ya da esnek ve güvencesiz çalıştırılarak iliklerine kadar sömürülmek dışında bir gelecek sunmamaktadır. İşte tam da bu yüzden bizim gibi genç ücretli emekçilerin çalınan hayatlarımızı geri almak için mücadele etmek dışında başka bir seçeneğimiz olmadığına inanıyoruz. İyi bir üniversiteye kapağı atan öğrencilerin bile gelecekte iş gücünü kapitalist piyasaya sunmaktan başka gelecekleri yoktur.
Eğitimimizi imkansızlıklardan dolayı yarıda bırakarak çalışmak zorunda kalmış olabiliriz. Çünkü sermaye düzeninde iyi ve nitelikli bir eğitime ulaşmak, başta ekonomik koşullar olmak üzere başka bir çok etmene bağlıdır. Üniversiteyi bitirip daha fazla gelir getireceğini umduğumuz başka bir alanda beyaz yakalı olarak çalışmaya başlayabiliriz. Ama kuşku duymadığımız bir dünya gerçeği var : Sermayenin dayattığı ezici koşulları kabul etmek ya da açlıktan ölmek dışında başka seçeneğimiz yok.
Üniversite sınavında belirli bir başarı göstermiş herhangi bir öğrenci bugün şunu söyleyebilir: ” Çalıştım, kazandım ve iyi bir bölümde okuyorum. Seçtiğim alan bana iyi bir işe girme imkanı sağlayacak . Kendimi kurtarmak istiyorum.” Neo-liberal dönemde bu biçimde dile gelebilecek bir kurtuluş mümkün olmadığını yazıyoruz. Bu broşürde bu gerçeği ayrıntılarıyla ele alacağız.
Kapitalizmin daha önceki sermaye birikimi döneminde, bireysel kurtuluşa yönelmek bir anlamda olanaklıydı..Çünkü üniversite eğitimi sonucunda iyi bir işe yerleşen insanlar yine ücretli emekçiler olarak hayatlarını sürdürmekteydiler; ancak gerek ücretler gerekse de daha önceki dönemlerde verilmiş olan dişe diş mücadeleler sonucunda kazanılmış emeklilik gibi sosyal hakların getirdiği refah düzeyi insanların kendilerine yetecek bir hayatı kurmalarına yetiyordu. Mühendis, öğretmen, doktor, avukat olmak ya da kapağı devlet memurluğuna atmak böylesi bir bireysel kurtuluşun önünü açmaktaydı. Aynı durum kamu işçileri için de geçerliydi. Ama yukarıda da belirttiğimiz gibi neo-liberal dönemde artık böyle bir kurtuluş mümkün değildir. Çünkü sosyal devlet bütünüyle çökmüş, kamusal eğitim politikaları büyük darbeler almış, esnek-güvencesiz çalışma genel-geçer istihdam biçimine dönüşmüştür. Devlet memurluğu gibi görece güvenceli bir alanda bile ücretli öğretmenlik, sağlık alanındaki hizmetlerde taşeronlaşma, sanayi alanında ise yine genç ücretlilerin çok az bir maaşla kadrosuz-güvencesiz çalıştırılması söz konusudur. Özel sektör ise başta otomotiv, tekstil, gıda, ilaç, çağrı merkezleri ve bankalar olmak üzere sömürünün katmerlisini uygulamaktadır. Bugünün öğrencileri olan gençleri gelecekte bekleyen her türlü sömürünün en ağır şartlarda yaşandığı çalışma biçimleri, taşeronlaşma ve mezarda emekliliktir. Bu noktada işçi, emekçi gençliğin Marksizm saflarında sınıf mücadelesine katılmak dışında seçenekleri yoktur.
Gençlik gelecektir,gelecek sosyalizm midir ?
Gençlik her dönemde gelecek olmuştur. Kronolojik olarak baktığımızda geleceği örgütleyecek , yakınlaştıracak olan kuşak, bugünün genç insanlarıdır. Bu noktada Türkiye’de ve dünyada siyasal arenada etkili olmak isteyen her toplumsal özne, gençlik kesimlerini kazanmayı hedefleyen, gençlik içinden taban bulmaya çalışan politikalar izleme gayreti içine girmiştir. Kapitalist düzen, herşeyi , egemen güç olan burjuvazinin ihtiyaçlarına göre biçimlendirdiği bir sistemdir. Geleceği gençlik kuracaktır diye söylense de, sermaye düzeni yıkılmadığı sürece geleceği biçimlendirecek olan yine mülk sahibi sınıflar olacaktır. İşte egemen paradigmanın bize söylemediği şey budur. Popülist sol idealizmin kitleselleşmek adına bilinçli bir biçimde çarpıttığı gerçeklik de budur.
Büyük bölümü yine ücretli çalışanların çocuğu olan bugünün gençleri , sermaye için performans baskısı altında itaatkar robotlara dönüşecek olan geleceğin ücretli köleleridir. Çünkü burjuvazi zaten geleceğin yönetici kadrolarını kendi üniversitelerinde bugünden yetiştirmektedir: Ülkemizde Koç Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi gibi…. Burjuva düzende geleceği kuracak olan yöneticiler de bu gençler içinden çıkarılacaktır. Geleceği teknolojik gelişmelerle birlikte kuracak olan iyi bir üniversite eğitimine ulaşmak, bugün ancak mülk sahibi ayrıcalıklı sınıfların elindedir. Teknolojik gelişmelerde her ne kadar ballandıra ballandıra anlatılmakta ise de, teknoloji ve bilim egemen sınıfların ellerinde ve sadece onların kâr ihtiyaçları doğrultusunda kullanılmaktadır.
Gençlik başlıbaşına bir sınıf değildir. Gençliğe sadece genç olmaları üzerinden roller biçmek biyolojik-özcülük anlamına gelir. Tıpkı kadınlara sadece kadın olmaları üzerinden devrimci roller biçmeye benzer.Böyle bir kavrayışın devrimci Marksizmde yeri yoktur. Biz komünistlere göre ise insanları, biyolojik evreleri ya da cinsel aidiyetleri değil,üretim ilişkileri içinde yer aldıkları konum belirler. Sınıf aidiyetleri ,biyolojik evrelerinden ya da cinsel kimliklerinden önce gelir; varoluş bilinci belirler.
Bu yüzden gençlik gelecektir,gelecek sosyalizm sloganı sınıf perspektifi açısından geçerli bir argüman sunamaz : Çünkü kapitalizmin doğal evrim yoluyla kaçınılmaz olarak kendiliğinden sosyalizme dönüşeceği tarzında bir anlamı taşımaktadır. Gençler de salt biyolojik ve zihinsel olarak daha dinamik oldukları için doğrudan sosyalizme yönelecekler diye bir gerçeklik yoktur. Sınıf mücadelesi içinde gençlerin dinamizmi elbette değerlendirilmesi gereken bir özelliktir. Ancak öğrenci gençliğin dinamizmi nedeniyle sosyalist mücadeleye bağlanması ve buna merkezi bir önem atfedilmesi sorunludur: Çünkü sosyalist mücadelenin tarihi, üniversite öğrencisiyken devrimci mücadele içinde yer alıp, hayat insanları para kazanmaya ve aile geçindirmeye zorladığında geçim derdine düşerek mücadele alanlarını terk edenlerle doludur. Bu insanların çoğu, hayatlarının belli dönemlerinde varoluşlarını sosyalist mücadele içinde anlamlandırmış olsalar bile hayat gailesine ve geçim derdine düştükten sonra mevzileri hızla terk etmekte bir sakınca görmemişlerdir. Devrimci mücadeleye sırtlarını dönerek, kendi küçük burjuva gettolarında kapitalizmin tüketim kültürünü ihya ederek yaşamayı seçmişlerdir. Yine öğrenci gençliğin üniversitede entelektüel üretim araçlarına yakınlığı nedeniyle sosyalizme yöneleceği kastediliyorsa, bu ancak burjuva aydınlanmasını aşamayan solcu popülist kafaların ham hayalleri olabilir. Eğitim, tamamen ideolojik bir araçtır. Burjuva devletin ideolojisini üretir, yeniden üretir, belletir. Üniversiteler , bağlı bulundukları sermaye düzeninin açık ve örtülü amaçları için kişileri donatır ve sermayeye iş gücü olarak sunar. Devlet de en büyük kollektif kapitalist organizasyon olarak istihdam biçimlerini bu gerçekliğe göre oluşturur. Günümüz dünyasında çalışmak ve üretmek demek, esasında sömürülmeye ve kendine yabancılaşarak kapitalist sistemin varlığını sürdürmesine hizmet etmek demektir. Bu broşürümüzde, işçi gençliğin sınıfsal konumunu, gençliğin sadece öğrenci gençlikten oluşmadığını , kapitalist sistemde eğitimin işlevini, kurmak için mücadele ettiğimiz düzende eğitimin nasıl olacağını, devrimci komünist bir örgütün, gençlik teşkilatının nasıl örgütlemesi gerektiği gibi sorulara cevap arayacağız. Bu konuyla ilgili programatik görüşlerimizi geçiş talepleri çerçevesinde somutlaştırma çabası içinde olacağız.
Kapitalizm ve Gençlik
Neden çocuğunun eğitimi için mesaiden mesaiye koşturan ebeveynlerin durumu ,asgari ücretle çocuk eğitimini karşılamanın zorluğu anlatılmaz ? Neden iyi üniversitelerin kapılarının işçi –emekçi çocuklarına kapalı olduğu dile getirilmez ?
Genç işçiler hayatını ipotek altına alan kölelik zincirlerinden, öğrenci gençlik ise kendisini robotlaştıran eğitim sisteminden kurtulmayı sadece hayal edebilir.Belki de hayal bile edemez. : Sermaye ilişkisinin ezeli-ebedi bir toplumsal gerçeklik olduğu belletilmiştir çünkü. Bu kurala göre yaşaması dayatılır.Genç emekçiler sürekli borçlandıkları için zincirlerine daha sıkı sarılır, öğrenciler ise gelecek hayalleriyle avutulur.
Oysa, baskı ve sömürüye dayalı, her şeyin kâr hedefi doğrultusunda örgütlendiği kapitalizm çağında, üretici güçlerin gelişimi sayesinde, insanlığı sömürüsüz, sınıfsız bir medeniyete taşıyacak dünya sosyalist devriminin nesnel ön koşulları oluşmuştur. Ancak bilimsel ve teknolojik gelişmeler maddi refah düzeyinin yükselmesini sağlayamamaktadır. Tam tersine her geçen gün, işsizlik, açlık, yoksulluk ve geleceksizlik hızla büyümektedir. Dünya nüfusunun en zengin 8 kişisi en yoksul 3.6 milyarın servetinin toplamından daha fazla servete sahiptir. Krizler ve savaşların getirdiği yıkımların önüne geçilememektedir. Bu küf kokan düzenin tek alternatifi devrimci marksizmin sadece teorik bir perspektif değil, sürekli kendini yeniden üretme potansiyelini taşıyan bir eylem kılavuzudur.. Bu yüzdendir ki, burjuvazi sürekli olarak marksizme karşı savaş halindedir. Bu savaşın en büyüğünü, sürekli olarak marksizmi itibarsızlaştırmak üzerinden yürütmektedir. Marksizmin artık geçerliliğinin olmadığını , SSCB’nin çöküşüyle birlikte uygulanabilirliliğinin de olmadığı propagandasını yapmaktadır. Dünya burjuvazisi elbirliğiyle sürekli olarak Marksizme saldırsa da, kapitalizmin çürümekte olduğu, insanlığa sunacağı gelecek olmadığı gerçeği, her geçen gün daha keskin şekilde; gündelik hayatın içinde kendini hissetirmektedir. İnsanlık sürekli olarak yeni dünya düzeni arayışı içinde olmaktadır. Marksizm yeni dünya arayışı ve özlemi içinde olan herkesin; uğrak durağıdır. Çünkü dünyada en radikal kapitalizm eleştirisini yapan ve en tutarlı alternatif medeniyet modeli sunan yegane ideolojidir. Marksizm ne salt doktrinler toplamıdır, ne de hazır reçetelerden oluşan şablonlar bütünüdür. Marksizm; dünyayı değiştirmenin anahtarı olan; bilimsel temellerde inşa edilmiş eylem kılavuzudur. Bu eylem kılavuzu; insanın insanı sömürmediği, sınıfların ve sınıf farklılıklarının yol açtığı tüm adaletsizliklerin, baskının ortadan kaltığı bir dünyayı kurma olanağını sunmaktadır. Bunun için; doğru kavranmış bir devrimci teori ve Bolşevik tarzda örgütlenmiş dünya partisine ihtiyacımız vardır. İşçi sınıfının tarihsel devrimci mirası bizi bu hedefe taşıyacak deneyim ve tecrübelerini bırakmıştır. Emekçi gençliğin geniş bir kesimi, yaşadığı hayattan ve düzenden memnun değildir.. Egemen ideoloji, gençliği her geçen gün kendisine ve topluma yabancılaşan bir nesneye indirgemektedir. Geniş bir kesimin sürekli olarak dile getirdiği, toplumsal yozlaşma, gençliğin dejenerasyonu , depolitizasyon , bireycilik, yakınmaları çokça tekrar edilir. Ancak bu şikayetleri dile getirenler, genelde umutsuzluk üretmekte ve tüm olumsuzlukların faturasını gençlik gibi insan hayatının bir devresine keserek kendini aklamaya çalışmaktadır. Sorun bu şekilde ele alındığı sürece, kapitalizmin değirmenine su taşınmaktan başka bir işlevi olmayacaktır.Çünkü bu tarzda yakınmalar tipik bir yansıtma psikolojisini taşımaktadır. Tüm bir hayatın egemen burjuvaziye göre örgütlendiği çağımızda, bu tarzda ortaya koydukları tespitler sadece bir takım küçük-burjuva anlayışların kırılgan benliklerini onarma çabasıdır..Ne devrime yönelebilecek bir iradeye sahiptir,ne de tüm sömürü biçimlerinin ortadan kalkacağı bir dünyayı kucaklayacak bir seslenişe sahiptir.
Eğitimin İdeolojik İşlevi Üzerine Notlar
Sürekli olarak eğitim sisteminin olumsuzluklarından şikayet edilir. Eğitimde reform ve değişim tartışmaları her dönem günemden düşmez. Eğitimin ticarileşmesinden, bilimsel bir nitelik taşımamasından, üniversitelerin özerk ve demokratik olmadığından, özellikle son yıllarda; laik eğitimin lav edildiğinden, akabinde Cumhuriyet kazanımlarının gittiğinden dem vurulur. Eğitimle ilgili konularda sağlıklı çözümlemeler yapabilmek ve bu çözümlemeleri proloter devrimci bir perspektiften geçirip, somutlayabilmek için eğitimin ideolojik işlevini derinlemesine mercek altına almak zorunluluktur. Sınıflı toplumlar tarihi boyunca; eğitimin ana işlevi egemen sınıfların ihtiyaçlarını karşılamak olmuştur. Her toplumsal formasyon; her dönemin iktidarı kendi temsil ettiği sınıfın ihtiyaçlarına uygun bir eğitim sistemi oluşturmuştur. Her eğitim reformu veya eğitimde yapılan köklü değişiklikler var olan sistemin resterasyonunun bir parçasıdır. Eğitimin temelde iki fonksiyonu vardır: ” Birincisi ve en önemli işlevi ideolojiktir. Mevcut düzenin ve iktidarın egemenlik sisteminin yeniden üretilmesini ve bunun meşruiyetinin ideolojik alt yapısını oluşturur. O düzenin içinde bulunduğu konjektürün nesnel ihtiyaçlarına cevap veren bir formatta; toplumu ve gelecek nesilleri standardize eder. Toplumdaki tüm eşitsizlikler eğitime dayanmaktadır. Çünkü eşitsizkiklerden beslenip kendini var eden sistem; tüm adaletsizliği eğitim aracılığıyla meşrulaştırmaktadır. Egemen sınıfların, çalışan sınıfları ( ücretli emekçiler) kendi statükosu altında tutabilmek için; çalışan sınıfları kendi belirlediği amaçlar doğrultusunda eğitmekten başka şansı yoktur. Burjuvazi iktidarı iki şekilde var eder, birincisi zor aygıtıyla ( ordu, polis, mahkeme vs) bu yöntem tek başına her zaman yetersiz kalmaktadır. İkincisi ise ikna yöntemiyle ( ideolojik aygıtlar) emekçi kitleleri standardize ederek düzene uygun ve barışık bireyler yaratır. Bunu başardığı ölçüde kendi statükosunu koruyabilir. Kapitalistler için toplumsal standartizasyon ne düzeyde güçlüyse, burjuva egemenliği de o oranda sağlamdır. Bu yüzdendir ki; burjuva devletin en önemli ideolojik aygıtı eğitimdir. Son tahlilde geri kalan tüm ideolojik aygıtlar ( medya, kültür, din vs) burjuva eğitim sisteminin öğretileri ekseninde üretimleri gerçekleşir. Kapitalizmin egemenliği altında ki; tüm eğitim kurumlarında ( okul öncesi eğitimden, üniversiteye kadar) sınav ve rekabet vardır. Burjuvazi daha okul sıralarından; insanları rekabetin içine sokarak, kendi sömürüsünü gerçekleştirmek için bölünmüş, bireyci insanlar yaratmaktadır. Sınavlar aracılığıyla da standardize ederek aynı kalıptan çıkmış, aynı reflekslere ve düşünce yapısına sahip bireyler topluluğu yaratmaktadır. Kapitalist eğitim ne kadar bilimsel olduğunu iddia etse de, doğası gereği ezberci ve üretkenliği körelten formattadır. Çünkü kapitalizm; yaratığı toplumsal yabancılaşmanın ideolojik rızasını eğitim aracılığıyla belleklere kazımaktadır. Kapitalizmin hüküm sürdüğü her coğrafyada; eğitim müfredatını burjuva devletin Milli Eğitim Bakanlığı belirler. Öğretmenler ise, okuldaki devlet iktidarını temsil eder. Tek geçerli doğru müfredat ve onun uygulayıcısı öğretmenin dedikleridir. Sınavlarda yalnızca öğretmenin anlattıkları istenir. Öğrencilerin asla müfredatın belirlenmesinde ve eğitimcilerin tayininde söz hakkı yoktur. Eğitimci ve eğitilen vardır. Eğitilenler her zaman nesne konumundadır. Yalnızca eğitimcilerin kurallarına uyarsa, sınıfı geçebilir. Aksi halde, okul yönetimi ve eğitimcilere karşı en ufak bir karşı çıkış, okuldan atılmayla sonuçlanacak sürecin startı olur. Eğitim ve öğretim süreci; okul dışında süren düzenin pekiştirilerek, prova eşliğinde tecrübe edilerek belleklere kazınma sürecidir. Eğitilenler her zaman nesne konumundadır; yalnızca eğitimcilerin kurallarına uyarlarsa sınıfı geçebilirler. Eğitim ve Öğretime tâbi olanlara öğretilenin özeti şudur: Kurulu düzen dışında bir düzen mümkün değildir, eğer kurulu düzene biat etmeseniz; devletin zor aygıtları üzerinizde olur. Okul dışı dünyada da yönetenler ve yönetilenler vardır. Mutlak belirleyici ve oyun kurucu özne yönetenlerdir. Yönetilenler ise; yönetenlerin tüm koyduğu kurallara uymakla yükümlü nesnelerdir.
Eğitimin ikinci işlevi ise; egemen sınıfların ihtiyaçlarına cevap verecek, kalifiye iş gücünü yaratmaktır. Eğitim alma çabasında olan emekçi kitleleri, eğitim almaya iten ana unsur burada düğümlenmektedir. Sanayi geliştikçe, yeni iş kolları yaygınlaştıkça, gerek mesleki eğitim veren liseler ve üniversitelerde bölüm sayıları paraler oranda artış gösterdi. 2. Dünya savaşına kadar, emekçi sınıflardan bir insanın üst düzey üniversite eğitimi alması pek mümkün değildi. 2. Dünya savaşından sonra gerek yükselen işçi hareketi, gerekse de sömürge ülkelerde büyüyen ulusal bağımsızlık savaşıyla, sosyalist devrimlerin somut güncelliği yaygınlaşmaya başladı. Bu süreçte sıkışan kapitalizm; ayakta kalabilmek için tavizler verme sürecine girdi. Refah devleti, sosyal devlet, sosyal adalet gibi paradigmaları hayata sokmaya başladı. Bu süreçte emekçi kesimlerin çocukları üniversiteye girebilme olanağı daha fazla gelişti. Eğitimin kamusal hizmete dönüşme süreci hızlandı. 70’li yıllarla birlikte kapitalizm girdiği ekonomik krizden, çıkabilmek için neo-liberal politikalar uygulamaya başladı. Bu politikalar kendini eğitim alanında da göstermeye başladı. Eğitimde başlayan neo-liberal dönüşüm politikalarıyla, eğitim hızla piyasalaşmaya başladı. Eğitimdeki piysalalaşmayla birlikte, emekçi çocuklarının yüksek öğrenim görme olanakları hızla azalmaya başladı. Bu süreçle birlikte; öğrenci hareketinin ana talebi parasız eğitim üzerinden şekillenmeye başladı. Broşürümüzün devamında, öğrenci hareketinin sınıf perspektifinden yoksun olan taleplerini irdeleyip, kendi taleplerimizi somutlama çabası içinde olacağız.
Parasız Eğitim Talebi Üzerine
Kapitalizmde mayeti olmayan bir şey söz konusu değildir. Üretilen tüm mal ve hizmetlerin bir bedeli vardır. Bunun faturasını her zaman işçi sınıfı öder. Kamusal hizmetlerde buna dahildir; burjuvazi bunların faturasını vergi adı altında işçi sınıfından keser. Kapitalizmle sınıfa karşı sınıf ekseninde bir hesaplaşmaya girmeden, salt parasız eğitim istemek, eğitim alanının tüm maliyetini işçi sınıfına ödetmektir. Kaldı ki; eğitim tamamen parasız olsa da okulların kapıları ardına dek emekçi çocuklarına açılmıyor. Parasızda olsa, okula gitme şansına ulaşamiyacak milyonlarca emekçi var. Ailesinin ekonomisine sağlayarak yaşayabilme olanağına sahip olamayan milyonlar var. Sistemle radikal bir hesaplaşmaya girmeden, öne sürülen parasız eğitim talebi; öğrencilerin içinde bulundukları ayrıcalıklı konumu güçlendirmekte ve işçi sınıfıyla arasındaki kopukluğu daha fazla derinleştirmektedir. Burjuvazi üretim araçlarının sahip olduğu için; işçi sınıfı üzerinde statüko kurma hakkını kendinde bulmaktadır. Küçük burjuvazi küçük mülkiyete sahip olduğu için; kendisini işçi sınıfından üstün tutan eğilimler sergileme hakkını kendinde bulmaktadır. Üniversite öğrencileri, akademisyenler, aydınlar, yüksek eğitim aldıkları için kendilerini farklı olarak görmektedirler. Üniversite mezunları iş hayatında , kendilerini ayrıcalıklı olarak görmektedirler. İşçi sınıfıyla aynı statüde ve ücrette çalışmayı kendilerine yapılmış haksızlık olarak görmektedirler. Biz boşunamı okuduk, bizim diplomamız var, işçilerle aynı statüde mi çalışacağız, söylemeleri yaygın bir eğilimdir. İşçi sınıfıyla, öğrenciler arasındaki sınıfsal ayrımı kalıcı hâle getiren bu talep biz komünistlerin talebi olamaz. Bizim ana talebimiz şudur: ” Paralı parasız Burjuva eğitime Hayır ” Ana itirazımız eğitimin burjuva ideolojik işlevinedir. İkinci talebimiz ise sınıfın tamamını kapsayan bir taleptir. ” Öğrenciye İş Çalışana Öğrenim Hakkı ”
Bu talep; sistem içindeki sınıfsal ayrımları derinleştirmektedir. Sınıfın tamamını kapsayan bir perspektife sahiptir. Sınıfın bir kısmının sahip olduğu görece ayrıcalıklı statükosunu korumaya yönelik değildir. Bu talebin kökeninde; işçi ücretleri düşmeden çalışma saatlerinin kısaltılması vardır. Eğitim alma olanağına sahip olmayan, genç emeklilere okul kapılarının açılması vardır. Öğrencileri üretimden koparan, işçi sınıfıyla arasına barikat kuran, sadece yüksek eğitim aldığı için kendini ayrıcalıklı gören küçük burjuva eğilimlerin parçalanması vardır.
Bilimsel Eğitim Yanılgısı Üzerine!
Öğrenci hareketi, her dönem eğitimin ezberci olduğundan, bilimsellikten uzak olduğundan, dini paradigmaların bilim ve eğitime müdahil olduğundan, bilimin özgür ve özerk olmadığından dem vurur. Öğrenci hareketi her dönem bilimsel eğitim talebini güncel tutar. Burada bizim için sorunlu olan şey; bilimin hangi sınıfın tekelinde olduğu gerçeğinin ıskalanmasıdır. Bilim burjuvazinin tekelindedir, bilimsel çalışmalar için gerekli finansmanı burjuvazi sağlamaktadır. Hâliyle bilimsel çalışmalarını kendi ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirmektedir. Bilimle uğraşanların, hangi alanda çalışma yapacağına burjuvazi karar vermektedir. Bilimle uğraşanlar, yaptıkları çalışmalar üzerinden servet ve mevki sahibi olmaktadırlar. Burjuvazinin ihtiyaçlarına cevap vermeyen bilimsel çalışmanın geçerliliği yoktur. Kapitalizm altında, özerk ve özgür bilim olacağını savunmak, bununla birlikte bilimsel bir eğitim olacağını savunmak; herşeyden önce kapitalizmi aklamaktır. Sermaye sınıfının iktidarının ilgası gerçekleşmediği sürece; bilim ve teknoloji burjuvazi için kâr getiren bir sektör olmak dışına çıkmayacaktır. Burjuvazinin en bilimsel eğitimi dahi, ona kâr sağlama dışında bir amaca hizmet etmez. Son tahlilde eğitimin ne kadar bilimsel olacağına, ne oranda dini ögeler taşıyacağına, ne oranda yaratıcı ne oranda ezberci olacağına burjuvazinin ihtiyaçları cevap verir. Bilimsel eğitim talebi yalnızca sınıf körlüğü yaratan, burjuvaziye ilericilik atfeden hariçten gazeller okumak dışında hiçbir amaca hizmet etmez. Bir liberal, bir sosyal demokrat, yahut bir reformist pekâlâ bilimsel eğitim, özgür, özerk bilim gibi talepleri dile getirebilir; lakin bir komünist devrimci hangi sınıf için bilim, bilim hangi sınıfın tekelinde gibi sorular yönelterek kapitalizmin teşhirini yapar.
Özerk Demokratik Üniversite Safsatası Üzerine
Türkiye’de öğrenci hareketi yıllardır, özerk demokratik üniversite talebini savundu. Üniversite ile ilgili eylemlerde, özellikle YÖK protestolarının ana talebi olarak varlığını korudu. Üniversitelerin, özgür ve demokratik olmadığından, sermayeden ve devletten bağımsız olmadığından dem vuruldu. Lakin kastedilen demokratik üniversite talebinin pratikte neyi kapsayacağı somutlanmadı. Hep içi dolmamış bir boşluk içinde kaldı. Demokratik üniversite söylemi; üniversitede siyasal çalışma yapma hakkının ötesine geçmedi. Kapitalizmin kendisiyle hesaplaşmaya girmeyen; sınıf perspektifinden yoksun, salt kendi ayrıcalıklarını daha ileri taşıma gayesinden öteye geçmedi. Çünkü Türkiye’de öğrenci gençlik hareketi proleter devrimci perspektiften yoksun; salt akademik sorunlar üzerinden kendini var eden, sivil toplumcu aktivizm dışında bir pratik sergileyemedi. Proleter devrim perspektifini kuşanmayan öğrenci gençlik hareketinin bu kısır döngüyü aşma olanağı yoktur. Her şeyden önce üniversite yönetimi, özel mülkiyete dayanan bir sistemin statükocu güçleri tarafından yönetilir. İşleyiş tamamen kâra dayalıdır. İnsanlar arasındaki ilişkide rekabete dayalıdır. Bu koşullarda ortaya konulan demokratik üniversite talebini mercek altına alacağız. Her şeyden önce bir kurumun demokratik yapıya sahip olması demek; kurum bünyesinde olan fertlerin güçleri oranında temsili demek.
Üniversitelerde neyin öğretileceğine kim karar verecek?
Bu konuda öğrenci gençlik hareketinin somutlaşmış bir talebi yoktur. Sadece eğitimin bilimsel olması talep edilmektedir. Müfredatın belirlenmesinde öğrenciler ve eğitim emekçilerinin ve üniversite emekçilerinin belirleyici olması talebi yoktur. Çünkü Stalinciliğin okulunda yetişmiş Türkiye sosyalist hareketinin tasavvur ettiği iktidarında da eğitimi, parti bürokasilerinin atadığı Milli Eğitim Bakanlığı belirleyecektir, öğrenciler , eğitim emekçileri ve üniversite işçileri şimdiki düzende olduğu gibi nesne konumunda kalacaktır, asli özne olmayacaktır. Aksini savunmak liberal aforizmalara saplanmaktır. Eğitimcilerin kim olacağına ve öğrencilerin kendi eğitimcisini seçme hakkı olacak mı?
Öğrenci gençlik hareketi bu konuda; burjuva muhalefet partilerinden farklı olmayarak, kamusal görevlerde liyakatın esas alınmasını savunmakta, bu göreve gelmek için sistemin insanları standardize ettiği sınavlardan başarı kazanmışların göreve getirilmesi gerektiğini savunmaktadır.
Üniversiteler yalnızca öğrencilerin midir? Ya üniversite işçileri, onlar bu demokratik üniversitenin neresinde yer alacaklar?
Öğrenci gençlik hareketi, yıllarca üniversiteler bizimdir dedi. Üniversite işçileri yokmuş gibi davranıldı. Kendi ayrıcalıklarını korumak ve geliştirmek dışında hiçbir dertleri olmadı. Yemekhane boykotlarında asla yemekhane işçileri akıllarına gelmedi, ulaşım zamlarında da şoförler, sağlık hakkı istediklerinde de sağlık işçileri asla akıllarına gelmedi. Üniversite işçileri grev, direniş başlattıklarında öğrenci hareketine kendilerini hatırlattılar. Öğrenci gençlik hareketi için de üniversite işçileri sadece ekonomik ve sendikal talepleri olan ve bu talepleri desteklenilmesi gereken bir topluluktu. Demokratik üniversitenin asli unsuru olamazlardı, çünkü onlar eğitimsizdiler, yalnızca kendilerini ilgilendiren, ekonomik ve sendikal talepleri olabilirdi. “YÖK kalkacak, polis gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek” ancak özgürlüğü eğitim alanlar gerçekleştirir, üreten emekçilerin böyle bir kudreti yoktur. Proleter devrimci bir pespektife sahip olmayan tüm öğrenci gençlik hareketleri, şöylemleri ne kadar keskin görüksede, anti faşist mücadelede ne kadar radikal “kahramanlık” gösterip büyük bedeller ödesede sistemin öfkeli çocuğu olmanın ötesine gidemez.
Laik Eğitim Üzerine
Akp iktidarının son yıllarda eğitimdeki imam hatip konsepti yaygınlaştıkça; laik eğitim eğitim vurgulu talepler gerek öğretmen sendikaları, gerekse de öğrenci gençlik hareketi tarafından yaygın bir şekilde dile getirilmeye başkandı. Eğitimin imam hatipleşmesine karşı mücadele etmek, elbette ki komünist devrimcilerin görevidir. Lakin bu konuda bir kemalist ile komünist devriminin ayırt edici yanları olmak zorundadır. Öncelikle laikliği doğru tanımlamak gerekir. Eğitimde ki; dinci politikaların gelişmesinin burjuvazinin hangi ihtiyacına cevap verdiğinin analizinin yapılması elzemdir. Laiklik burjuva devrimin getirisidir. Feodalizmi yıkan, kiliseyi mülksüzleştiren burjuvazi kiliseyi ve ruhban sınıflarını komple lavedemedi. Çünkü işçi sınıfına karşı kendisini korumak için din sömürüsüne ihtiyacı vardı. Burjuvazi kiliseyi ve ruhpan sınıflarını kendi ihtiyaçları doğrultusunda yeniden inşa edip, kendi kontrolü altına aldı. Her ne kadar laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlansada pratikte böyle hayat bulmadı. Burjuvazi dini devlet işlerinden ayırmadı; dini kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirdi. Din burjuvazinin işçi sınıfından korunmak kullandığı bir şiringaya dönüştü. İhtiyacı oranında bu şırıngayı kullandı. Türkiye’de de durum bundan farklı değildir. 1923 sonrası Cumhuriyet ile birlikte halifeliği, hilafeti kaldıran Kemalist burjuva diktatörlüğü, bu kaldırdığı kurumları kendi ihtiyaçları doğrultusunda restore ederek, bunların yerine Diyanet’ti ikame etti. Diyanet dışında kalan kendisiyle barışık olmayan tüm tarikatları kapattı. Din politikalarını diyanet aracılığıyla kendi tekeline aldı. Sunni müslümanlık dışında ki; tüm inaçları Tekke ve zaviyeler kanunuyla yasaklı hâle getirdi. Okullardan din dersini hiçbir zaman kaldırmadı, sadece din eğitimini yeni rejimin ihtiyaçları doğrultusunda restore etti. Bugün eğitimde dinci ögelerin artmasının nedeni, burjuvazinin ve Erdoğan rejiminin ihtiyaçlarıdır. Erdoğan rejiminin kendi kitlesini diri tutmak ve sürekli konsolide etmek için siyasal islamcı paradigmalara ihtiyacı vardı. Burjuvazi için ise; dinin getirdiği şükür ve kader anlayışının hakim kılınmasıyla emek sömürüsünü daha rahat gerçekleşmesi için bu paradigmalara ihtiyacı var.
Komünist devrimciler olarak; bu perspektiflerin ışığında taleplerimiz şunlar olmalıdır: ” Karma eğitim
Zorunlu seçmeli din dersine hayır!
İmam Hatipler kapatılsın!
Tüm tarikatlar mülksüzleştirilip lav edilsin!
Diyanet kapatılsın! “
KAPİTALİZM, GENÇLİK, EĞİTİM ve ÜNİVERSİTELER – Berxwedan Poyraz
Üniversiteler açıldı. Yeni bir “eğitim-öğretim” dönemine girilmiş oldu. Ülkenin yaşadığı toplumsal gelişmelerle koşut olarak da üniversitelerde benzer politik gelişmelerin kaçınılmaz olacağı bir dönem bizi beklemekte. Ancak toplamda devrimci hareket tablosuna baktığımızda genel siyasi tutum alışlarından bağımsız bir biçimde gençlik hareketine müdahale edebileceğini beklemek mümkün görünmemekte. Çünkü militan bir devrimci pratiğin öznesi olanlar mesele gündelik siyasete gelince “ekonomizm” den kurtulamıyorlar ne yazık ki…
Böyle bir siyaset anlayışı okulda “öğrenci”olup akademik-demokratik mücadeleye yedeklenen bir pratik izlerken, fabrikada “işçi” olup devrimci bir sınıf perspektifi yerine en fazla “sendikalist bir tutumun parçasını oluşturmakta bir beis görmeyen eklektik bir anlayışın peşinden sürüklenmektedir.
”Demokrasi” programlarına yedeklenen siyasal tutum alışların ve siyasal mücadeleyi proleter devrimci bir içerikten bağımsız, ama aynı zamanda siyasal yansımalarının niteliğine bakılmaksızın her türlü bloklaşma ve cepheleşmeden başka bir anlayış düşünemeyen siyasal tutum alışların, devrimci bir pratiğin parçasını oluşturmalarını beklemek sanırız eşyanın tabiatına aykırı bir durum içerecektir.
Devrimci harekete tablosu bunu oluşturmakla birlikte komünist devrimcilerin kapitalizmin bütün diğer sorunlarında ve yansımalarında olduğu gibi Kurumsal eğitim süreçlerine dair de tutum alışlarını belirleyecek eksen proleter devrimci bir perspektif ve tutum alışın ifadesini oluşturan bir pratiğin inşası olacaktır.
Elbette bu perspektif ve tutum alış iddiasının kendisi akademik-demokratik mücadeleyi küçümsemek ya da reddetmek tutumu içerisinde olduğumuz anlamına gelmemeli. Komünist devrimciler için tutumu kendisini belirleyen şey eğer böyle bir mücadele ve kitlesel hareket varsa buna devrimci müdahale ve proleter devrimci bir sınıf hareketinin yaratımı doğrultusunda bir perspektifle yaklaşımın temel oluşturması sorunudur. Yoksa öğrenci gençlik merkezli ve kendi yaşam sorunları üzerinden gelişecek böyle bir kitlesel hareket komünist devrimciler gözlerini kapasalar dahi haklı ve meşru bir hareket olacaktır. Esas meseleyi oluşturan gerçeklik komünistlik iddiasındaki öznelerin tam da nesnel koşulların bir parçası olarak gelişecek böyle bir hareketin yaratımına dair suni bir yaklaşımla pratik bir hat izlemeleri ve akademizm girdabında debelenirken komünist kadro potansiyellerinin faaliyetlerinin heba edilmesidir.
Her toplumsal sorun gibi “eğitim” ve akademik mücadele sorunlarında da komünist devrimcilerin esas tutum alışını “Sınıfa karşı sınıf” şiarında somutlanan perspektif oluşturmalıdır. İşte böyle bir perspektif her toplumsal harekete müdahalede komünist devrimcilerin devrimci bir sınıf hareketinin yaratımını temel alan bir pratiğe kilitlenen faaliyette karşılığını bulacaktır.
Diğer boyutu ile değerlendirmek gerekirse Eğitim de diğer bir çok toplumsal mesele gibi sınıfsal bir zeminden soyutlanan bir pratiğin karşılığı olamaz ve bu anlamıyla eğitimin sınıfsal içeriğini karşı duruşunun temeline koymayan bir tutum alışın üreteceği şey kapitalist “eğitimin” başka bir versiyonundan öteye olmayacaktır.
Formasyon kitaplarında dahi kurumsal eğitimin “insan üzerinde istendik davranışlar yaratma ‘bilimi’” olarak tariflendiği bir gerçeklikte daha “demokratik” daha “bilimsel” ve “parasız” eğitim talebini savunmak eğitimin içeriğini gözardı eden ve aslında kapitalizme dair yanılsamalar yaratan bir gerçekliği oluşturmaktadır.
Kendisi dahi “ağaç yaş iken eğilir” sözcüğünde ifadesini bulan bir yaklaşımın temel alındığı insan üzerinde istendik davranışlar yaratma mantığının kendisinin özgürlükçü komünist bir dünya mücadelesini verenler açısından çeşitli kılıflar altında savunulmasının kendisi kapitalist eğitimin reforme edilebileceğini savunmak kadar tehlikeli bir tutumu işaret etmektedir.
Düzenin koruyucusu ve sürdürücülerini inşa etmeye dönük bir “bilim”in kapitalizm şartları altında daha “bilimsel” olmasını istemek sömürü düzeninin kendisinin meşru görülmesine kaynaklık edecektir.
Bütün bunlardan öteye yaşadığımız coğrafyada ve dünyada tüm basamakları ile eğitim-öğretim süreçlerinin temelini sermayenin asli amacı olan “kar” dürtüsü oluşturmakta, 4 yıllık eğitim süreçlerinin sonunda “iş hayatı”na atılan ayrıcalıklı azınlık dışında kalan kitleler de yedek güç olarak “işsizler” ordusunu oluşturup sermayenin üretim süreçlerinde sömürüyü arttırıp ücretleri dilediği gibi kullanabilmesinin önünü açan bir tehdit unsuru olarak yedekte bekletilmektedir. Öbür taraftan 4 yıllık eğitim süreçlerinin kendisi büyük çoğunluğu işsizler ordusunun parçasını oluşturacak genel yığınların istatistik tablolarında görünmemesine hizmet etmektedir.
Bu nedenle proleter devrimci bir tutum alış iddiasındaki bir özneleşme için alternatif tutum alış parasız bilimsel ya da demokratik vb. takılarla tanımladığı “özerk demokratik eğitim” anlayışı değil, kapitalist eğitimin toptan reddini merkeze alan bir perspektif ve tutum alış oluşturmalıdır.
Kapitalist sistemi yıkma iddiasıyla yola çıkanların bu sistemin yaşamsal varoluşunu oluşturan her bir araç ve aygıtını toptan karşısına alan, onun reforme edilebileceği yanılsamasını yaratmak yerine “yıkmayı” ve parçalamayı merkezine alan bir tutum ve perspektifin parçası olunmalıdır. bu anlamı kapitalist eğitimi karşısına almayan ve “paralı-parasız kapitalist eğitime hayır” şiarını merkeze almayan bir mücadele ve savaşım pratiğinin komünist bir dünya kurma mücadelesi doğrultusunda başarı şansı yoktur.
Paralı-parasız Burjuva Eğitime Hayır!
Öğrenciye İş, Çalışana Öğrenim Hakkı!
ÜNİVERSİTELER ve KOMÜNİST DEVRİMCİLER
Özellikle Akp İktidarının yarattığı yanılsamaların kafa karışıklığının ortasında, bir tarafı savaş diğer tarafı seçim ama ileri zamanların belirsizliklerle dolu olduğu bir konjoktürde üniversiteler de açıldı. Ancak özellikle Akp iktidarının üniversiteler dolayımı ile harç vb. uygulamaları kaldırması “akademizm” girdabında savrulan devrimci hareketin buradan sıyrılabilmesine vesile olmadı ne yazık ki…
Oysa Gezi gibi büyük bir kalkışma pratiğinden görmüştük ki, aynı gençlik kitleleri genel olarak akademik-demokratiklik sarmalındaki “ekonomist” bakıştan çok politik gündem ve gelişmelerle daha ilgili ve daha tepkisel bir tutum içerisinde idi. İşte bütün bu gerçeklik dahi sol hareketin toplamının aynı “ekonomist” bakış cenderesinden sıyrılabilmesine vesile oluşturmadı.
İşte bu gerçekliğin bilincinde olarak, özellikle eğitimin “bir hak” olduğu yanılsamasını merkezine alan ve bu doğrultuda eğitimin kapitalist sistem için taşıdığı ideolojik işlevi gözardı eden yaklaşımlardan sıyrılmak bir zorunluluk halini almakta.
Kapitalist eğitimin temel yönelimi; kapitalist üretim sürecinin devamlılığını sağlayacak ve bu sürecin temel unsurları olabilecek bireyleri üretmek, burjuva sistemin bekası için düzene uygun kafalar yaratmak, burjuva ideolojisini insanların bilincine taşımak ve böylece düzenin devamlılığını sağlamak, bu sayede toplumun ezilen kesimlerinin denetiminin ve zaptı rap altına alınmasını sağlayacak burjuva uşaklarının yetiştirilmesidir.
Elbette okullar burjuvazinin bütün bu süreçlerinin işlemesinin yeterli ve tek parçasını oluşturmamaktadır. Okulların yanında; aile, iş yeri, din, tv, ordu vb. her toplumsal kurumsallaşma “talim-terbiye”nin yani kapitalist eğitim sürecinin birer parçasını oluşturmaktadırlar.
Bu anlamıyla kapitalist eğitim sistemi ve okullar, kapitalizmin bir parçasıdır; yanında,dışında, ya da ayrı bir şekilde tariflenemez ve kapitalizmin sınırları dışında daha “bilimsel”, daha “demokratik” kılınamaz, özü ve işlevi sistemin yeniden üretilmesini sağlamak olan bu kurumların yeniden özerk-demokratik tarzda örgütlenebilirliğini savunmak, kapitalizmin insanın iyiliği için yaratılmış bir sistem olduğunu savunmak kadar abestir.
İşte bu yüzden üniversitelerde komünist devrimci faaliyetin merkezini, bu kurumların “ilerici” hale getirilebileceği yanılsamasını yaymak değil, Kapitalizmin ideolojik kalelerini oluşturan bu kurumları yıkmak doğrultusunda bir tutum alış, çaba ve pratik oluşturmalıdır. Bu alanda da faaliyetin biçimini asıl olarak diğer faaliyet alanlarında ve yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi kapitalizme karşı komünist bir dünya kurma mücadelesinin propagandası oluşturacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder