Bu Blogda Ara

Öne Çıkanlar

Eskişehir’deki faşist terör saldırısı: Faşizan propagandanın gençler üzerindeki etkisi.

  12 Ağustos tarihi olmak üzere Eskişehir’de 18 yaşında bir faşist halka bıçakla saldırdı. Terörist canlı yayınladığı saldırıda nerdeyse hep...

20 Kasım 2021 Cumartesi

Z Kuşağının Z Raporu




   Z kuşağı mensupları bilindiği üzere yaşamı boyunca sadece AKP iktidarına maruz kalmış, AKP'nin başarısız politikaları, talan ettiği devlet aygıtı altında büyümüş bir nesildir. Bu nedenlerdendir ki çoğunluğu hükümete karşı muhalif bir tutum sergilemektedir. Özellikle muhalefet medyasının lanse ettiği üzere progresif, gözü pek, akıllı ve gerçekleri gören bir nesildir ve AKP'nin düşmesinde en etkin rolü oynayacak unsur olarak görülmektedir. AKP iktidarını sallantıya uğradığı bu dönemde dillere pelesenk olan bu nesil iddia edildiği gibi bir nesil midir, yoksa abartılmakta mıdır?

 


     Z kuşağı mevcut hükümete tehdit olabilecek potansiyeldedir. Lakin Z kuşağının muhalefet tarzı hiçbir teorik yeterliliğe sahip degildir ve entellektüellikten çok uzaktadır. Peki Z kusaginin muhalefetinde ne gibi hatalar, ne gibi eksiklikler var? 


      Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının özellikle de Z kuşağının en çok dert yandığı konu ekonomidir. Genç dostlarımızın dilini sivriltip, sesini yükseltip, bağıra çağıra yakındığı bu husus hakkındaki yorumları aşağı yukarı şöyledir: "kafede çay şu kadar olmuş, dolar bu kadar olmuş, cebimizde para yok, açız yiyecek yemeğimiz yok." Genç arkadaşlarımız isyan etmekte ve sesini yükseltmekte sonuna kadar haklıdır. Lakin bu eleştirilerin ardı pek de dolu değil. Ekonomi dediğimiz yapı kurdan ibaret degildir. Ve popüler kültüre adapte olmuş olan aynı tip muhalefet sergileyen bu arkadaşlarımızın sabit kur politikası uygulayan devletlerin para birimleriyle Türk lirasını mukayese edip, "bizim paramız neden bu kadar değersiz" diye düşünmektedirler. Bu tür argümanlar genellikle sosyal mecralarda hit olan paylaşımlardan sonra bir müddet bu ağlarda vaktini öldüren, popüler kültüre entegre olmuş arkadaşlarımızca kullanılmakta. Ekonomi dediğimiz şey kurla sınırlı kalamayacak kadar geniş bir kavramdır. İşletme sahiplerinin ürünlerine biçtiği değeri salt devlet ekonomisine bağlamak yanlıştır. Bir bardak çayın 6-7 TL olması abes bir durumdur ki bir bardak çaydan ancak bu ücretlendirmeler ile kar edilebildiğini düşüneceğimiz bir senaryo pek âlâ distopyadan ibaret olacaktır. İşletme sahipleri ürünlerine istediği değeri biçmekte özgürdür. Dolar 1 TL de olsa 20 TL de olsa işletme sahibi ürününe istediği değeri verebilir. Arz talep ilişkisi hususunda müşteri gelmeye devam ettiği müddetçe söz konusu kar işletme sahibince en yüksek değerde tutulmaya çalışılacaktır. Örneğin Kadıköy'de lüks bir kafede bir çaya vereceğiniz para ile gösterişten uzak, merkezi olmayan bir kahvehanede çaya vereceğiniz ücret arasında dağlar kadar fark olacaktır. Yani tüketim toplumuna entegre olmuş bireylerin ekonomik kriz üzerine siteminin büyük ölçüde günlük hayatın boş vakitlerinde zaman öldürmek adına gerçekleştirilebilecek eylemlerin maliyetinin artmış olması olan kitlelerin eleştirileri progresiflikten çok uzaktır. Evet her genç arkadaşlarıyla kafeye gidebilmeli, çeşitli faaliyetler yapabilmelidir. Ancak hükümet kuyruğuna basmadan önce duyarsız olan kitlelerin Starbucks'da kahveye zam gelince en âlâ muhalifmişçesine tutum sergilemesi absürt bir durumdur. Genç arkadaşlarımız ne kadar sesini yükseltse, bağırsa, öfkelense haklıdır. Ancak eleştirilerinin teorik dayanaklarını keşfedememektedirler. Örnek verilen bu hususta elbet hükümetin çocukça izlemiş olduğu ekonomik politikalar da nasibini almalı. Ancak bu kin ve öfkenin başlıca muhatabı mevcut Dünya düzeninin neo liberal politikalardır. Z kuşağı mensubu akranlarımız bunu da unutmamalıdır. 


        Bilgiye erişimin bir tık uzaklıkta olduğu bu dönemde sosyal ağlarda boy gösteren ve gün geçtikçe popüler olan mizah sayfalarının ele aldığı konular üzerine akranlarımızın fikir edindiği de acı bir gerçektir. Son 2-3 yıldır popüler kültür etkisiyle ortaya çıkan mizah (meme) kültürünün akımları olan "wojak, chad" gibi mizah türleri, toplumun tartışma kültüründe karşıt görüşe tahammül edememesine, açıklama yapma gereği duymadan popüler görüş neyse onu benimseyip doğruluğundan şüphe duymadan o fikri benimsemesine yol açmaktadır. Bu durumun bir mizah malzemesi olarak akranlarımızın zihninde yer etmesi ise nedensiz bir şekilde göçmen karşıtlığına ve anti lgbt gibi fikir akımlarının peydahlanmasına sebebiyet vermektedir. Oysa ki hayattan bu kadar bezmiş, özgürlüklerinin kısıtlandığını söyleyen kitleler; cinsiyet eşitliğine, cinsel özgürlüğe, savaştan kaçan insanlara bir yardım eli uzatmaya neden muhalif olur ki?


         Bahsettiğimiz üzere karşıt görüşe tahammülü bulunmayan tek tip muhalefet profiline sahip genç kitlenin en büyük eksikliklerinden birisi de antitez üretememe sorunudur. Bahsettiğimiz algılara maruz kalmış bu bireylerden 10 tanesine mültecilerin yaşama hakkı vardır derseniz hemen size karşı cephe alıp "al evine besle o zaman" gibi arkası boş sözler etmeye başlayacaklardır. Roboski, Dersim, Adana katliamlarından bahsedin "iyi olmuş Kürtlere" tarzında cümleler kuracaklardır. Çok bir sitemkar olduğu hükümetin dogmalarından arınamamış, sağlıklı düşünmekten çok uzak olan bu arkadaşlara aynı dertten muzdarip Doğu Türkistan halkı hakkındaki fikirlerini sorarsanız bambaşka bir hal alacak, adeta birer iyilik meleğine dönüşeceklerdir. İnsanları sınıflara, sosyal statülerine, ırklarına göre değerlendiren bu kitle iddia edilenin aksine pek de aydın bir kitle değildir. Ancak bu potansiyele de sahiptir. Biraz olsun Dünya görüşünü genişletecek olacak olursa kurtuluşun mihenk taşı olmaları içten bile değil. 


        Z kuşağı yaşlı kesimi eski gelenek ve göreneklere bağlı olduğu için bir hayli elestirmektedir. Ancak Z kuşağı da en az muhafazakar yaşlı bireyler kadar dogmatiktir. Yaşlı bireyler geçmişteki muhafazakar geleneklere ve şahsiyetlere ne kadar bağlıysa, Z kuşağı da dönemine göre progresif ancak günümüzde geçerliliği olmayan;teorik ve pratik olarak yetersiz kalan fikirlere bağlıdır. Yaşanan her olay sonrasında romantize edilmiş cümleler ve eski devlet adamları veya komutanların bulunduğu görselleri paylaşıp diyalektiğin tam aksine olaylara çözüm odaklı yaklaşamamakta, daha kötüsü olaylara çözüm odaklı yaklaşmaktan yoksun oldukları için çözüme giden yolun üzerine de çarşaf sermektedirler.


         Akranlarımızın ilgilenmesi gereken, ilgi ve alakasını bir yere toplaması gereken başlıca husus kapitalist sistemin tezatlığıdır. Ekonominin, kadın cinayetlerinin, ataerkil toplumun, mülteci sorununun, homofobikliğin ve savaşların tek müsebbibinin kapitalizm olduğunu kavramak esas çözüm sürecinin başlangıcıdır. Milliyetçilik ve vatanseverlik gibi fikirlerin üstünü örttüğü bir gercek vardır: yaşanan her olay sınıfsaldır. Burjuva sınıfının cebini doldurmakta ve kârın artması adına uygulanması gereken sömürünün en masumane şekli olan bu küresel sistemin toplumsal sorunlar üzerindeki etkilerinden yüzeysel bir şekilde bahsedelim. 


        Sanayi devrimi sonrası gelişen kapitalizm, meta üretiminde kas gücünü esas almış, böylelikle erkekler meta üretimi konusunda burjuva sınıfının işe alımlarda önceliği olmuştur. Erkeğin meta üretiminde bu denli önemli bir rol oynadığı dönemde küresel sermayenin bu durumu aile yapısına da entegre etmesi gerekti ve toplumumuzda maalesef ki halen görülen normları ortaya çıkarttı. Erkek "evin direği" sıfatına layık görüldü ve ölene dek önce kendisine(iş yerine) sonra ise evine maddi kaynak oluşturmakla mükellef oldu, kadın ise çocuk doğurma, çocuk bakma, ev temizliği, yemek yapma ve kocasının ihtiyaçlarını karşılama yükümlülüklerine hapsolmuştur. Hayatı boyunca çalışmak zorunda kalıp psikolojisi bozulan erkeğin, kapitalistin kendisine bahşettiği bu aile içi hiyerarşi baskınlığından aldığı güç ile eşini öldürmesi(kadın cinayetleri); kendisine bakmakla yükümlü olan erkeğe söz geçirmeye cüret edemeyen kadın modelinin(ata-erkil sistem) müsebbibi kapitalist sistemdir. 


       Mülteci sorununda ise odaklanılması gerekilen asıl husus ne sosyo kültürel bozulma ne de ekonomideki kötü gidişattır. Asıl abes durum halen "mülteci" sıfatının neden var olduğudur. Vatandaşların yoğun ırkçılığına ve nefretine maruz kalan bu insanlar neden bu topraklara geldi? Mülteci sorununda zihnimizi en çok yormamız, en çok düşünmemiz gereken soru bu iken kendimize neden hiç bu soruyu sormuyoruz? 

Petrolün önem kazanmasıyla beraber Ortadoğu'nun karışması bir olmuştur. Kâr amacı güden devletlerin Ortadoğu'daki petrolleri elde etme arzusu neticesinde birçok silahlı örgüt peydahlanmış, her biri uluslararası arenadaki dişli devletlerin birer piyonu olmuştur. Binlerce insanın büyük devletlerin menfaati yüzünden kanının aktığı bu distopik ortamdan kaçan insanlar bu topraklara sığınmıştır. Akranlarımız ise bu insanlara "git ülkene savaş" demektedir. Ne acı. 


         Savaşların tek gayesi ise kârdır. Devletler her ne kadar milliyetçilik ve vatanseverlik ile bu gerçeğin üstünü örtmeye çalışsa da -ki bu düşüncenin de pek sağlıklı olduğu söylenemez- savaşın neticeleri ile hep ifşa olmuşlardır. Örneğin Dünya'da barışın sözde sağlayıcıları olan devletler, 1.Dünya Savaşı sonrasında Almanya'nın hammaddelerine çökmüş, sanayisine el koymuş ve savaş neticesinde zaten yoksul düşmüş halkı uçuk bir vergiye tabi tutmuştur. Bunun sonucunda hiperenflasyonun ortaya çıktığı Almanya'da halk kurtuluşu 2.Dünya Savaşı'nda kazanacağını iddia eden Adolf Hitler'den medet umacak kadar çaresiz, bir o kadar da kindar bir hal almıştır. Yani Dünya'da en çok kanın akmasına sebep olan fikirlerin teorize edilmesindeki en önemli husus kapitalizmdir. 


        Bireyi birey olmaktan uzaklaştıran, sağlıklı düşünmesine engel olan bu sistemin karanlık yüzü akranlarımız tarafından iyi tahlil edilmelidir. Unutulmamalıdır ki hükümetten daha büyük bir düşmanımız var, o da bu hükümetlerin varlığına sebep olan, insanları bu partilere oy attıracak kadar aptallaştıran kapitalist sistemdir. Bizler kapitalizmin ve neo-liberalizmin en güçlü olduğu dönemde yetişmiş, bu yüzden muhalefetimizde dahi sistemin istediği tavırları sergileyen bir nesiliz. Burjuva hükümetlerce piyasanın bu denli serbest kılındığı, güçsüzün her daim ezildiği, gözünü kan ve para hırsı bürümüş mahlukların egemen olduğu bir dönemde yaşama gayreti sarf eden gençleriz. Bizim mücadelemiz bu sistemledir, mücadelemizin nihai amacını unutmamalıyız. Egemen sınıfın parasına, makamına, medyasına, basınına, şan ve şöhretine aldanmayıp var olduğumuz müddetçe mücadele edeceğiz. Çünkü biliyoruz ki zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

En Çok Okunanlar