Bu Blogda Ara

Öne Çıkanlar

Kapitalizm ve Otizm

Otizm günümüzde tedavi edilmesi gereken bir hastalıkmış gibi görülür. Bunun tek sebebi kapitalizmdir. Kapitalizm otizmi bir engel haline get...

7 Ocak 2021 Perşembe

Boğaziçi Direnişi Üzerine Sesli Düşünceler



Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kararnamesiyle 1 Ocak'ta Boğaziçi Üniversitesi'ne kayyım rektör olarak atanan Melih Bulu'ya karşı öğrencilerde ve akademistenlerde yoğun bir tepki oluştu. Öğrenciler bu tepkilerini gösrermek amacıyla 4 Ocak günü üniversite kampüsünde eylem yapma kararı aldılar. 4 0cak Pazartesi günü yaklaşık 1000 öğrenci  
#KayyumRektörİstemiyoruz , #MelihBulutRektörümüzDeğildir  şeklinde basın açıklaması yapıp Kuzey Kampüsüne doğru yürüyüşe geçtiler. Bu esnada Erdoğan rejiminin polisleri öğrencilere biber gazları, plastik mermilerle saldırdı. Üniversite giriş kapısına kelepçe vuruldu. Polis saldırısı esnasında 3 kişi gözaltı için polis aracına konuldu. Öğrencilerin kararlı mücadelesi sonucunda gözaltı aracına alınan 3 kişi serbest bırakıldı. 
Uzun süredir bu düzeyde kitlesel bir eylem olmaması nedeniyle eylem ülke gündeminin merkezine oturdu. Erdoğan rejiminin, sosyal medya propoganda birimi olan Ak troller, direnişçi öğrencilere karşı linç kampanyası örgütlediler. Birçok öğrenciyi hedef göstererek, öğrenci protestosunu terör eylemi olarak lanse ettiler. 5 Ocak'ta sabah saatlerinde eyleme katılan birçok eylemcinin evi, kapıları hatta duvarları kırılarak uzun namlulu silahlarla basıldı. Gözaltına alınan bir çok öğrenciye kötü muamele ve çıplak arama dayatmalarında bulunuldu. LGBTİ+ bireyi öğrencilerine cinsel şiddete bulunularak, tecavüz tehtitleri gerçekleştirildi. Öğrenciler 6 Ocak için Boğaziçi üniversite'sinde yeni bir eylem kararı aldılar. Valilik eylem bölgesinde yapılacak tüm toplantı ve gösterileri Covid-19 tedbirlerini bahane ederek yasakladı. Kayyım rektör Melih Bulu görevini devralırken akademisyenlerde sırtını dönerek pretesto ettiler. Öğrenciler tüm baskılara rağmen kampüs içerisinde kitlesel basın açıklamasını gerçekleştirdiler. Kadıköy'de gerçekleşen kitlesel mitingte Cuma gününden itibaren hergün saat 11-16 arasında üniversite önünde kesintisiz eylem yapma kararını açıkladılar. Kadıköy mitinginde öğrenciler taleplerini şu şekilde sıraladılar: 
*) Gözaltına alınan arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın!
*) Kayyım olarak atanan Melih Bulu ve tüm rektörler acilen istifa etsin!
*) Tüm üniversitelerdeki rektörler için üniversite bileşenlerinin rızası gösterilerek demokratik seçimler düzenlensin !

Rektörlük Seçimleri Nasıl Yapılıyordu? Ne Kadar Demokratikti?

Özellikle 15 Temmuz'dan sonra Erdoğan tüm demokratik haklara karşı amansız bir mücadele yürüttü, fiili olarak burjuva demokrasisinin tüm kalıntılarını lav etti. Üniversite rektörlük seçimleri normal şartlarda da ultra anti demokratik bir nitelikteydi. Sadece göstermelik bir seçim yapılmaktaydı. Erdoğan'ın ona dahi tahamülü kalmayarak birçok üniversiteye kendi partisinin içinden çıkmış kadroları atadı. Son süreçte gerçekleşen bazı atamalar şu yöndeydi:" 
Eski AKP milletvekili Necdet Ünüvar Ankara Üniversitesi’nde

*) Eski AKP Kütahya Milletvekili Vural Kavuncu, Kütahya Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nde

*)Eski AKP İstanbul Milletvekili Cevdet Erdöl, İstanbul Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nde

*)Eski AKP Edirne Milletvekili Necdet Budak Ege Üniversitesi’nde

*)Eski AKP İzmir Milletvekili Nükhet Hotar ise 9 Eylül Üniversitesi’nde rektör olarak görev yapıyor. 

*)Eski AKP Ankara Milletvekili Aşkın Asan, Avrasya Üniversitesi’nde

*)Eski AKP Şanlıurfa Milletvekili Mazhar Bağlı da Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi’nde rektör olarak görev yapmıştı. 

*)AKP milletvekili Öznur Çalık’ın kardeşi Aysun Bay Karabulut, Malatya Turgut Özal Üniversitesi’nde

 *)AKP milletvekili Havva Çalış’ın eşi Mustafa Çalış Erciyes Üniversitesi’nde

*) 2007 genel seçimlerinde AKP’nin Erzurum Milletvekili aday adayı olan Ömer Çomaklı’nın da Atatürk Üniversitesi’nde rektörlük görevi sürüyor. 

*)AKP milletvekili Sıtkı Güvenç’in kardeşi İsmail Güvenç, Kilis 7 Aralık Üniversitesi Rektörlüğü’ne

*)Yerel seçimlerde AKP’nin Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Hasan Gönen de Eskişehir Osmangazi Üniversitesi rektörlüğüne atanmıştı."

Toplumsal hayatın her alanında, devletin tüm kurumlarında kendi partisinden çıkan kişilerle doldurarak hızla parti devlet modeli bir rejime evrilmektedir. Akademi yönetiminin belirlenmesindeki bu antidemokratik tutum Erdoğan iktidarı öncesinde de var olan bir durumdu. Rektörlük seçimlerine katılım şartları şöyleydi:
1- Seçim yapılacak üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsünde herhangi bir kadroda görev yapan öğretim üyeleri

2- 2547 sayılı kanunun 40/b maddesi uyarınca kendi üniversitelerinden başka bir üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsünde görevlendirilenler sadece kadroların bulunduğu üniversite veya teknoloji enstitüsünde, oy kullanabilirler

3- Yeni kurulan üniversite veya yüksek teknoloji enstitülerine bağlanan yükseköğretim kurumlarında görev yapan öğretim üyeleri yeni kurulan üniversite veya yüksek teknoloji enstitülerine atanıncaya kadar halen bağlı bulundukları üniversite veya yüksek teknoloji enstitülerinde oy kullanabilirler

4- 2547 sayılı kanunun 38. maddesi uyarınca üniversitedeki görevini aksatmayacak şekilde kamu kurum ve kuruluşlarında uzun ya da kısa süreli olarak görevlendirilenler oy kullanabilirler

5- 2547 sayılı kanunun 39.maddesi uyarınca yurtiçi ve yurtdışında uzun süre ile görevlendirilenler oy kullanabilirler

6- Doçent veya yardımcı doçent unvanına sahip, akademik başka bir kadroda bulunan öğretim elemanları oy kullanabilirler

7- Uzun süreli olarak bir başka üniversitede yan dal eğitiminde olan öğretim üyeleri seçim esasında üniversitede olmaları durumunda oy kullanabilirler

8-Sağlık nedeni ile raporlu olanlar seçim esasında üniversitede iseler oy kullanabilirler

9-üniversitelerin kadrolu öğretim üyelerinden askerlik hizmetini yapmakta olanlar dahil olmak üzere ücretli veya ücretsiz izinli olanlarda oy kullanabilirler." 

Rektörlük seçimlerine yalnızca akademide kadroya sahip olan akademisyenler katılabilmekteydi. Sözleşmeli akademi personeli, öğrenciler, üniversite emekçilerinin seçimlerde hiçbir söz hakkı yoktu. Sadece kadroya sahip akademisyenlerin seçtiği aday kesin olarak rektör olacak diye bir kuralda yoktu. Rektörü YÖK seçime katılan adaylar arasından belirleyip Cumhurbaşkanı'na onaylatmaktaydı. Yani son söz yine Cumhurbaşkanına aitti. Erdoğan iktidarı öncesinde mevcut devlet ideolojisi ve iktidarla uyumlu olmayan ama seçimde en fazla oyu alan adayın göreve getirilmeme durumu yaşanmıştır. Tek farklılık kurum dışından atama gerçekleşmemekteydi, seçimlerde alınılan oy rektörlük görevi için önemli bir avantajdı. Erdoğan rejimi bu seçimlerede gerek olmadığını savunarak, tüm görevlendirmeleri kendi başına yapmak istemektedir.


Kayyım Gerçeği Her Yerde, Erdoğan Rejimi Kayyımsız Yapamaz

15 Temmuz başarısız askeri darbe girişiminden sonra Erdoğan rejimi OHAL ilan ederek uzun bir süredir ülkeyi KHK'larla yönetti. OHAL kalktıktan sonra tüm KHK'ları yasallaştırarak OHAL rejimini kalıcı hâle getirdi. Erdoğan rejimi tek adamda cisimleşen rejimini inşa ettikçe, yeni siyasal krizlere girdi. Ekonomik krizin her geçen gün daha fazla derinleşmesiyle birlikte toplumsal rıza üretebilme yetisini kaybetti. Erdoğan rejimi en ufak bir muhalefeti kaldırabilecek, en ufak bir çatlak sesi duyabilecek durumda değildir. Devletin tüm baskı aygıtlarını güçlendirmek, daha fazla kontrol ve daha fazla devlet terörü dışında hiçbir alternatifi yoktur. HDP'li belediyelerle başlayan kayyım süreci hayatın her alanına yayılmaktadır. Geçen hafta çıkartılan yeni yasayla STK'ların, emek örgütlerinin, sendikaların yönetimine kayyım atıyabilme yetkisine sahip olmuştur. Üniversitelerede en ufak bir demokrasi kırıntısı bırakmamak için kayyım rektörler atamaktadır. Erdoğan rejimi her haliyle teltel dökülmektedir. Çürümüş bir cesete dönen Erdoğan rejimi kayyımsız, baskı, devlet terörü olmadan iktidarını sürdürebilme imkanı yoktur. Otoriterleşme ve kayyım gerçeği gündelik hayatın olmazsa olmaz gerçeğine evrilmiştir. Boğaziçi direnişi kayyımlara karşı doğrudan eylem ve direnişe geçerek mücadele edilebileceğini göstermekte, toplumsal muhalefetin tüm bileşenlerine moral ve umut olan bir pratik sergilemektedir.

Nasıl Bir Demokrasi Mücadelesi?

Kayyıma karşı doğrudan eylem ve kitlesel seferberlikle cevap veren Boğaziçi direnişi nasıl bir demokratik üniversite, nasıl bir demokrasi sorusunu beraberinde getiriyor. Erdoğan rejimi kök saldıkça, bu diktatörlüğe karşı nasıl bir birleşik cephe, nasıl bir demokrasi cephesi kurulmalı sorusuda sık şekilde tartışılmaktadır. Bu soruda Erdoğan'dan sonrasını nasıl inşa edeceğiz sorusuyla direk olarak bağlantılı bir durum. Erdoğan rejimini geriletmek uğruna kurulan geniş demokrasi cephesi arayışları, 31 Mart seçimlerinde millet ittifakı şemsiyesi altına girmekte düğümlendi. Sağın alternatifinin sağ olduğu muhalefetteki burjuva itifakıyla birleşik cephe kurmakta düğümlendi. Bunun siyasal karşılığı ise parlementer yollarla "faşizmi" geriletme, Erdoğan sonrası içinde parlementer bir burjuva demokrasisi kurma hedefinde somutlaştı. Yani iradi teslimiyete dayalı burjuva diktatörlüğünün örtüsü parlementer temsiliyet demokrasisi olarak idealize edildi. Bunun bir benzer durumu bugün Boğaziçi içinde toplumsal mücadelerin her alanı içinde geçerlidir. Eğer eski rektörlük seçim sistemine bir itiraz yoksa, yaşanacak olan kadrolu akademisyenler dışında hiçbir üniversite bileşeninin temsil ve denetim hakkının olmadığı, yöneten ve yönetilen ayrımının olduğu, üniversite bileşenlerinin( öğrenciler, emekçiler, memurlar) tüm sürecin nesnesi olduğu, yalnızca taleplerini yönetime iletebileceği bir "demokrasi" kazanılmış olur. Toparlarsak bu direnişin talepleri devrimci bir perspektif doğrultusunda eylem programına dönüşmezse, direnişin amacı burjuva devlet bürokasisi içindeki işleyiş usullerinin eksiksiz şekilde uygulanması hedefinden öteye gitmeyecektir. İşte tamda burada öğrenci hareketinin can alıcı teorik bir sorusuyla karşılaşıyoruz.
Özerk Demokratik Üniversite mi?
Özgür Emekçiler Üniversitesi mi?

Bu soruya cevap vermeden önce öğrenci eylemlerinin vazgeçilmez taleplerinden olan bilimsel eğitim yanılgısından bahsedeceğiz. Öğrenci hareketi, her dönem eğitimin ezberci olduğundan, bilimsellikten uzak olduğundan, dini paradigmaların bilim ve eğitime müdahil olduğundan, bilimin özgür ve özerk olmadığından dem vurur. Öğrenci hareketi her dönem bilimsel eğitim talebini güncel tutar. Burada bizim için sorunlu olan şey; bilimin hangi sınıfın tekelinde olduğu gerçeğinin ıskalanmasıdır. Bilim burjuvazinin tekelindedir, bilimsel çalışmalar için gerekli finansmanı burjuvazi sağlamaktadır. Hâliyle bilimsel çalışmalarını kendi ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirmektedir. Bilimle uğraşanların, hangi alanda çalışma yapacağına burjuvazi karar vermektedir. Bilimle uğraşanlar, yaptıkları çalışmalar üzerinden servet ve mevki sahibi olmaktadırlar. Burjuvazinin ihtiyaçlarına cevap vermeyen bilimsel çalışmanın geçerliliği yoktur. Kapitalizm altında, özerk ve özgür bilim olacağını savunmak, bununla birlikte bilimsel bir eğitim olacağını savunmak; herşeyden önce kapitalizmi aklamaktır. Sermaye sınıfının iktidarının ilgası gerçekleşmediği sürece; bilim ve teknoloji burjuvazi için kâr getiren bir sektör olmak dışına çıkmayacaktır. Burjuvazinin en bilimsel eğitimi dahi, ona kâr sağlama dışında bir amaca hizmet etmez. Son tahlilde eğitimin ne kadar bilimsel olacağına, ne oranda dini ögeler taşıyacağına, ne oranda yaratıcı ne oranda ezberci olacağına burjuvazinin ihtiyaçları cevap verir. Bilimsel eğitim talebi yalnızca sınıf körlüğü yaratan, burjuvaziye ilericilik atfeden hariçten gazeller okumak dışında hiçbir amaca hizmet etmez. Bir liberal, bir sosyal demokrat, yahut bir reformist pekâlâ bilimsel eğitim, özgür, özerk bilim gibi talepleri dile getirebilir; lakin bir komünist devrimci hangi sınıf için bilim, bilim hangi sınıfın tekelinde gibi sorular yönelterek kapitalizmin teşhirini yapar.


Özerk Demokratik Üniversite Kimden Özerk Ne Kadar Demokratik?


Türkiye’de öğrenci hareketi yıllardır, özerk demokratik üniversite talebini savundu. Üniversite ile ilgili eylemlerde, özellikle YÖK protestolarının ana talebi olarak varlığını korudu. Üniversitelerin, özgür ve demokratik olmadığından, sermayeden ve devletten bağımsız olmadığından dem vuruldu. Lakin kastedilen demokratik üniversite talebinin pratikte neyi kapsayacağı somutlanmadı. Hep içi dolmamış bir boşluk içinde kaldı. Demokratik üniversite söylemi; üniversitede siyasal çalışma yapma hakkının ötesine geçmedi. Kapitalizmin kendisiyle hesaplaşmaya girmeyen; sınıf perspektifinden yoksun, salt kendi ayrıcalıklarını daha ileri taşıma gayesinden öteye geçmedi. Çünkü Türkiye’de öğrenci gençlik hareketi proleter devrimci perspektiften yoksun; salt akademik sorunlar üzerinden kendini var eden, sivil toplumcu aktivizm dışında bir pratik sergileyemedi. Proleter devrim perspektifini kuşanmayan öğrenci gençlik hareketinin bu kısır döngüyü aşma olanağı yoktur. Her şeyden önce üniversite yönetimi, özel mülkiyete dayanan bir sistemin statükocu güçleri tarafından yönetilir. İşleyiş tamamen kâra dayalıdır. İnsanlar arasındaki ilişkide rekabete dayalıdır. Bu koşullarda ortaya konulan demokratik üniversite talebini mercek altına alacağız. Her şeyden önce bir kurumun demokratik yapıya sahip olması demek; kurum bünyesinde olan fertlerin güçleri oranında temsili demek.


Üniversitelerde neyin öğretileceğine kim karar verecek?


Bu konuda öğrenci gençlik hareketinin somutlaşmış bir talebi yoktur. Sadece eğitimin bilimsel olması talep edilmektedir. Müfredatın belirlenmesinde öğrenciler ve eğitim emekçilerinin ve üniversite emekçilerinin belirleyici olması talebi yoktur. Çünkü Stalinciliğin okulunda yetişmiş Türkiye sosyalist hareketinin tasavvur ettiği iktidarında da eğitimi, parti bürokasilerinin atadığı Milli Eğitim Bakanlığı belirleyecektir, öğrenciler , eğitim emekçileri ve üniversite işçileri şimdiki düzende olduğu gibi nesne konumunda kalacaktır, asli özne olmayacaktır. Aksini savunmak liberal aforizmalara saplanmaktır. Eğitimcilerin kim olacağına ve öğrencilerin kendi eğitimcisini seçme hakkı olacak mı?

Öğrenci gençlik hareketi bu konuda; burjuva muhalefet partilerinden farklı olmayarak, kamusal görevlerde liyakatın esas alınmasını savunmakta, bu göreve gelmek için sistemin insanları standardize ettiği sınavlardan başarı kazanmışların göreve getirilmesi gerektiğini savunmaktadır.

Üniversiteler yalnızca öğrencilerin midir? Ya üniversite işçileri, onlar bu demokratik üniversitenin neresinde yer alacaklar?

Öğrenci gençlik hareketi, yıllarca üniversiteler bizimdir dedi. Üniversite işçileri yokmuş gibi davranıldı. Kendi ayrıcalıklarını korumak ve geliştirmek dışında hiçbir dertleri olmadı. Yemekhane boykotlarında asla yemekhane işçileri akıllarına gelmedi, ulaşım zamlarında da şoförler, sağlık hakkı istediklerinde de sağlık işçileri asla akıllarına gelmedi. Üniversite işçileri grev, direniş başlattıklarında öğrenci hareketine kendilerini hatırlattılar. Öğrenci gençlik hareketi için de üniversite işçileri sadece ekonomik ve sendikal talepleri olan ve bu talepleri desteklenilmesi gereken bir topluluktu. Demokratik üniversitenin asli unsuru olamazlardı, çünkü onlar eğitimsizdiler, yalnızca kendilerini ilgilendiren, ekonomik ve sendikal talepleri olabilirdi. “YÖK kalkacak, polis gidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek” ancak özgürlüğü eğitim alanlar gerçekleştirir, üreten emekçilerin böyle bir kudreti yoktur. Proleter devrimci bir pespektife sahip olmayan tüm öğrenci gençlik hareketleri, şöylemleri ne kadar keskin görüksede, anti faşist mücadelede ne kadar radikal “kahramanlık” gösterip büyük bedeller ödesede sistemin öfkeli çocuğu olmanın ötesine gidemez.


Özgür Emekçiler Üniversitesi

Kapitalist sistem içerisinde tüm eğitim kurumları burjuva devletin en güçlü ideolojik aygıtlarından birisidir. Bu noktada kapitalizm içinde devletten ve sermayeden bağımsız bir adacık mümkün değildir.

Özgür emekçiler üniversitesi ise özerk demokratik üniversiteden 80 kat daha demokratik ve kapitalizm sınırlarına sığmayan, burjuva devlet içinde çatlaklar yaratacak kitlelerin mobilizasyonunu sosyalist devrim programına taşıyan köprü işlevi gören geçiş talebidir. Özgür emekçiler üniversitesi, tüm emekçi sınıfına açık olmakla birlikte tüm hegomonyalara, ayrıcalıklara kapalıdır. Anadilde politeknik eğitim gerçekleşir. Yönetimi; öğrenciler, eğitimciler, emekçilerin şuralarıyla gerçekleşir. Ders müfredatının belirlenmesinden, eğitimcinin seçimine, kampüs yönetimine kadar her aşamasında doğrudan demokrasi uygulanır. Ataerkil, cinsiyetçi, homofobik, ırkçı hiçbir ögeye yer yoktur. Erdoğan ve onun temsil ettiği kapitalist sistem gençliğe, geleceksizlik, güvencesizlik, işsizlik, baskı, şiddet, otorite dışında verebileceği hiçbir şey yoktur. Çürüyen düzene düzene sığmayan alternatiflerden, proleter dünya devriminden, onun kampüslerdeki yansıması olan özgür emekçiler üniversitesinden bahsetmenin ve harekete geçmenin tam zamanıdır.

-Tüm Boğaziçi direnişçilerine özgürlük!
-Kayyımlara hayır!
-Tüm üniversite bileşenleri( akademisyenler, öğrenciler, kampüs emekçileri, memurlar) kendi departmanlarının temsilcilerini seçtiği, istediği zaman geri çağırdığı, üniversite konseyleri kampüsü yönetsin!
-Tüm KHK ile ihraç edilen akademi emekćileri görevlerine iade edilsin!
-Tüm kampûslerde süresiz eylem!
-Paralı parasız kapitalist eğitime hayır!
-Öğrenciye iş çalışana öğrenim hakkı!
-Özel eğitim kurumları işçi denetiminde kamulaştırılsın!
-Anadilde eğitim hakkı!
-Politeknik eğitim!
-Eğitim görevlileri ortalama işçi ücretinden fazla maaş
almasınlar!
-Eğitim müfredatı öğrencilerin katılımıyla belirlensin!
-MEB ve YÖK eğitimden elini çek!
-Yaşasın özgür emekçiler üniversitesi!
-Eğitim müfredatındaki tüm ırkçı, ataerkil, homofobik öğretiler
çıkartılsın!
-Türcü, cinsiyetçi, karnist eğitime hayır!
-LGBTİ+ bireylerine gerçekleştirilen tüm ayrımcı homofobik uygulamalara son!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

En Çok Okunanlar