Bu Blogda Ara

Öne Çıkanlar

Kapitalizm ve Otizm

Otizm günümüzde tedavi edilmesi gereken bir hastalıkmış gibi görülür. Bunun tek sebebi kapitalizmdir. Kapitalizm otizmi bir engel haline get...

9 Mart 2022 Çarşamba

Feminizmin Sınıfsal Niteliği Üzerine




 

  Son yıllarda revaçta olan feminist hareketin sınıfsal niteliği halen tartışma konusu. Burjuvanın feminist aktivistlerinin sıklıkla karşı çıktığı ve ulusal solun da feminist hareketin sınıf ekseninde ilerlemediğini ileri sürdüğüne sıklıkla şahit olmaktayız. Bu iddiaları tek tek ele alıp cevap vereceğiz.


   Tahlillerimize başlamadan önce, öncelikle kadının neden sömürülme ihtiyacı duyulduğundan ve bu sömürünün tam anlamıyla ne zaman söz konusu olduğunu anlamamız gerekiyor. 


    Tarih öncesi dönemde toplum komünal, anaerkil bir düzene sahipti. Ne devletin nüfus ihtiyacı söz konusuydu ne de ağaların kol gücünü öne çıkarmak için kadını evin içine hapsetmesine. Aşamalı olarak bu tür etkenler kadını ileriki yıllarda beklemekteydi. 


     Tarım devrimi ile insanlar yerleşik hayata geçmiş, kas ve bilek gücüne dayalı işler ile meşgul olmuşlardı. Hayatlarını idame ettirmek için toplayıcılık ve avcılık yapmak yerine sistematik olarak çalışıp topraktan besinler edineceklerdi. Özellikle ilkel tarımın ihtiyaç duyduğu şey kas ve bilek gücüydü. Bu topluluklarda iş yükü ve iş gücü erkek merkezli olmuştu ve dolayısıyla geçim kaynağının erkek tarafından sağlanması cinsiyetler arası eşitsizlik ve kadının ekonomik özgürlüğünden arınmasının temelini atacaktı. Modern sınıfsal rollerin var olmadığı, ancak özellikle aile yapısını incelediğimizde kadının ekonomik olarak erkeğe bağlı olmasının temelleri bu döneme denk gelmektedir. Sanayi devriminden önce kadın erkek eşitsizliği sınıfsal bir nitelik taşımıyor iddiasında bulunanlar bu yüzden yanılgı içerisindedirler. Her ne kadar mevcut sınıfsal çelişkiler söz konusu olmasa da bu eşitsizliğin kaynağı da  "kazanım" ve "üretim" olmuştur. Kadınlar bu senaryoda 2. planda yer alarak yıllar boyu sömürü altında kalacakları dönemin başlangıcında rol oynayacaklardı. Yerleşik düzene geçildiği bu dönem kadın evde hapsolmaya mahkum edilmiş, ev işleri ve çocuk bakımı gibi doğuştan gelen yükümlülüklerinin altında kalmıştır. Bu senaryo içerisinde şekillenen yerel töreler ve dini gelenekler de kadın için bir baskı mekanizması olmuştur. 


     Feodal toplumu incelediğimiz dönemde ise tarım eski halinden daha da modernleşmiş, ihtiyaç duyulan kas ve bilek gücünü makinalar karşılamaya başlamıştır. Küresel bir ticaretin şu anlık söz konusu olmadığı dönemde yerel toplumların, ırkların, dini inançların normları birbirine farklılık gösterse dahi mevzu kadın olduğunda hepsi aşağı yukarı aynı yargıyı savunmuştur. 


     Sanayi devrimi ile doğan kapitalist sistemin toplum üzerindeki tezahürü kadın için yine aynı olmaktaydı. Modern sınıfsal çelişkilerin ve sınıfsal niteliklerin tekrardan yazıldığı bu dönemde kadın yine sömürüye mahkum olmuştur. Artık ağadan ziyade patron, dayıbaşından ziyade müdür söz konusu olacaktı. Sanayinin ilk dönemlerinde tekrardan kas ve bilek gücü esas alınacak ve bu dönemde kendini var eden devletlerin fabrikaları dolduracak insan nüfusuna ihtiyacı olacaktı. Bunun için ise yine cinsiyetlere belirli görevler tahsis edecek ve bunun yanında modern sınıfları olusturacak, aralarındaki ayrımı iyice açacaktı. Kadın çocuk yapmalı, eve kaynak sağlayan erkeği hoşnut tutmalı -dolayısıyla ev işlerinde maharetli olmalı- ve kendisine tahsis edilen bu vazifeleri layıkıyla yerine getirmeliydi. Kadın ve erkek çatışması üzerine bir de sınıfsal çelişkiler eklenince kollektivist hareketler ve sınıfsal mücadeleler bölünecek, işçiler birbirlerine yabancılaştırılacak dolayısıyla da işçilerin asıl hasmı kendini unutturacaktı. Burjuva devletlerinin bu düzeni inşaa etmek adına cinsiyetlerin fizyolojik, biyolojik özelliklerinin sermayevi bir üretim aracıymışçasına kendi lehine belli otoriter normlara, törelere ve geleneklere dayanarak bireylerin kullanımına teşviki cinsiyetlerin ve bireylerin şeyleşmesine (metalaşmasına) sebep olmaktadır. Dolayısıyla küresel sermayeye ve burjuva devletin kendisine başkaldırmayan "feministin" feministliği pek de samimi olmayacaktır.



      Feminist hareket günümüzde burjuvanın tekelleştirmek için yoğun çaba sarf ettiği bir harekettir. Feminist hareketi  ilk aşamadaki gibi "modern" sınıfsal çelişkilerden aykırı olarak hareket ettirmeye çalışır. Ancak bahsettiğimiz gibi gözle görülür gerçekler söz konusudur, feminist hareket en başından beri sınıfsal bir nitelikteydi ve günümüzde kadının sıkışıp kaldığı bu sınıfsal çelişkiyi doğuran feminizm, esasen hedefini modern sınıfsal çelişkilere yöneltmelidir. Gözle görülür bir diğer gerçek ise kadının ezilme sürecinin yerleşik hayata geçildiğinde başlamış olmasıdır. Bu yerleşik yaşam biçimi ise zamanla devleti oluşturmuştur. Dolayısıyla diyebiliriz ki bu cinsiyetler arası çatışma başlıca devletin ve en yakın arkadaşı burjuvazinin işine gelmektedir. Kadınlar obje değildir, sermayenize uşaklık edecek nesiller yetiştirmek zorunda da değildir, evlenmek zorunda da değildir, evlendiği erkeğe hürmet etmek zorunda da değildir.



      Gerici ve ulusalcı solun iddialarına gelecek olursak eğer, stalinizmin ortaya çıkardığı homofobiklikten kaynaklı olarak hedef aldığı lgbt ve feminist hareketleri tasfiye etmesi, cinsiyetler arası eşitsizliğin ve çatışımın idrak edemeyecek nitelikteki kitlelere doğru gelmesi aslında bizleri şaşırtmamakta. Ekim Devrimi ile yasallaşan eşcinsel evlilikler ve kadın odaklı afişlerin Stalin döneminde ortadan bir anda kaybolduğuna şahit olduk. Stalinin devlet ve güç fetişizmi burjuvazinin ortaya koyduğu kadın imajını idrak etmesine yol açtı. Stalin'in güçlü bir devleti olmalıydı ve bunun için izleyeceği yol burjuvazinin izleyeceği yoldan pek de farklı değildi. 2. Dünya Savaşı sonrası nüfusun büyük çoğunluğunun yitirilmesine müteakiben nüfusu arttırmak için üstüne bir hayli kafa yorduğunu düşündüğümüz politikalar ortaya çıkardı. Belirli sayıda çocuk yapan kadınlara rozet takacak, tebrik edecek ve para verecekti. Kadınlar kuluçka makinesi degildir. Devlet için çocuk yapmak zorunda da değildir. Böylelikle kadın bir kuluçka makinesi edasıyla metalaşmış keza doğacak çocuk da devlete lazım olan nüfusun bir ferdi olacağı için metalaşmıştır. Bireylere tekrardan bürokratik ve monark yollar ile görevler tahsis edilmiştir. 


      Son olarak eklemek gerekir ki "feminist hareketin en yakın müttefiği işçi sınıfıdır" vargısı yanlış bir vargıdır. Feminizm sınıfsal bir nitelik taşıyor demek de öyle. Modern sınıfsal çatışımın bir meyvesidir günümüzde feminizm. Sınıfsal savaşı ve sınıflar arası çelişkiyi gerçek Marksist teoriler ile yok ettigimiz zaman cinsiyetler arası eşitsizliğin de yok olacağını kolaylıkla anlıyoruz. Feminizm sınıfsal bir nitelik taşımadığını iddia etmek kendi başına bir sınıf körlüğüdür. Çünkü feminizm sınıf savasının bir cephesidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

En Çok Okunanlar