Bu Blogda Ara

Öne Çıkanlar

Eskişehir’deki faşist terör saldırısı: Faşizan propagandanın gençler üzerindeki etkisi.

  12 Ağustos tarihi olmak üzere Eskişehir’de 18 yaşında bir faşist halka bıçakla saldırdı. Terörist canlı yayınladığı saldırıda nerdeyse hep...

20 Aralık 2022 Salı

Özne, Birey ve Biyo-iktidar

 


 Özne ve birey kavramları birbirleri ile benzeştirilen, zaman zaman eş anlamlı zannedilerek kullanımında özen gösterilmeyen iki kavramdır. Ancak bu iki kavramın arasında dağlar kadar fark vardır. Yazıya başlarken ilk olarak bu iki kavramın farklarından ve madalyonun iki yüzünden bahsedeceğim.

 Özne ve Birey arasındaki fark

  En kısa haliyle özne, bireyin içinde bulunduğu toplumdaki üst kimlikleriyle beden bulmuş halidir. Herkes var olduğu andan itibaren öznedir çünkü kapitalizm bireyleri değil, bireylerin üst kimliğini görür. bireyleşme süreci kişinin inisiyatifine müteakip ileriki süreçlerde var olabilecek bir durumdur. Doğduğumuz andan itibaren her ne kadar bir isme sahip olsak da en başında x ve y'nin çocuğu olarak tanınıp değer görürüz. Sınıflı toplumun içerisinde yer aldığımız için göreceğimiz eğitimin kalitesi de yine çocuğu olduğumuz kişilerin üretim araçlarına karşın konumuna bağlıdır. Alt sınıfa mensup bir ailenin çocuğunun, gerek gördüğü eğitimin kalitesinden, gerek çevre faktöründen dolayı eğitim hayatında başarı imkanı çok düşüktür. Akademik kariyeri kötü olan birisinin de üretim araçlarına karşın konumu ebeveyninden pek de farklı olamayacaktır. Bireyleşmenin önündeki en büyük engel ise az önce bahsettiğim senaryodaki ilk sivil toplum örgütü olan ailedir. Kişinin ailesi ile olan ilişkisi geleneklere karşı tutumunun en yoğun göstergelerinden birisidir. Gelenekçiliğe maruz kalan kişi, birey olmaktan uzaklaşıp, içinde bulunduğu toplumun herhangi bir ferdi olmaktan öteye gidemez. Materyalist bir anlayışa sahip olup, toplumu ve düzeni değiştirmeye gönül vermiş birçok insanın ailesi ile arasının kötü olmasının nedeni de budur. İçinde bulunduğu toplumun normlarını, geleneklerini, kültürünü reddedip, çeşitli otoritelerden sıyrılmış herhangi bir kişi birey olmayı başarmıştır. Cümlenin başında ‘’materyalist bir anlayışa sahip olup’’ sıfatını kullanmamın nedeni, materyalistlerin, radikal değişimlere yeltenen kişilerin halen daha toplum nezdinde meşru görünen olgulardan güç alma fırsatına sahip olmamasına denk düşmektedir. Alttan örgütlenme yöntemini benimseyen radikaller genelde tanrılarına, milletine veya devletine hizmet etmeyi gaye edinmiş kimselerdir. Var edilen özne toplumu bunu hoş karşılayabilir, ancak hiçbir soyut veya mitsel dayanağı olmayan, doğrudan toplumun alt tabakasının kurtuluşunu hedefleyen Marksist devrimciler toplumun asla kabul etmeyeceği kişilerdir.

Otorite karşısında özne ve iktidar

Ailenin, toplumun ve devletin otoritesi olmak üzere 3 temel farklı otorite mevcuttur. Öncelikle kişinin bireyleşme sürecindeki ilk belirleyici öznesi baba figürüdür. Babanın otoritesini meşru kılacak olan çocuğuyla olan manevi ilişkisi çok önemlidir. Manevi birliktelikten uzak otorite çocuğun isyankar olmasına yol açarken, manevi ilişkiyle doğru orantılı otorite çocuğun daha itaatkar olmasına yol açmaktadır. Bir baba çocuğuyla her akşam keyifle muhabbet ediyorsa, çocuğun üzerinde kuracağı otorite, çocuğun hayatı için tamamen belirleyici bir faktör niteliği taşımaktadır. Böyle bir senaryoda eğer baba oğlunu samimiyetle doğru orantılı baskılarsa çocuk her devletin vatandaşı olmasını isteyeceği yegane özne haline gelir. -Otoriteden bağımsız olarak, babanın oğlu ile sürekli samimiyet içerisinde olması, erken dönemde çocuğu için tamamen bir rol model haline gelmesi demektir.- Ama aynı senaryoda baba otoriteye başvurmaz, çocuğun kararlarına ve fikirlerine saygı duyarsa, çocuğun gelişim yönündeki tek etmeni sosyal hayatta kendisini bulmasına vesile olacak olgularla karşılaşıp karşılaşmayacağı olacaktır. Ayrıyeten böyle bir baba oğul ilişkisi çocuğun seçeceği yolda daha atılgan ve özgüvenli olmasını sağlayacak etmenler barındırmaktadır.

  Özne toplumuna dahil olmanın en önemli kuralı o öznelerden biri olmaktır. Bu yüzden entelektüel birikime sahip kişiler genellikle toplumun dışladığı kişilerdir. Günümüzde güzellik algısı, moda anlayışı, müzik zevki ve hatta siyasi görüşlerin her biri moda niteliği taşımaktadır ve metalaşmıştır. Pazarda kalan artık malların satımı için oluşturulan moda algısı, plastik cerrahi pazarını büyütmeye yarayan güzellik algısı, tek tipleşmeye müsait altyapı ağırlıklı sistematik ve sanattan uzak müzik anlayışı ve hatta burjuva sınıfına ve yardakçısı olan devlete lazım gelen politikaların muhalefet çevresince kısa vadeli benimsenip hükümet değişimlerince yinelenen devletin sağlığı. Günümüz insanı denilince kafamızda bir figür belirmektedir, dışarıda gördüğümüz kişilerin %95’i de bu figüre denk gelmektedir. Bu gibi tek tipleşen niteliklerin ne kadarından kişi toplumdan farklıysa o kadar entelektüel potansiyeli yüksektir.

 Devletin otoritesi ise bütün bu otoritelerin yoğunlaştığı son evredir. Toplumsal otorite ile yontulmuş kişiler devlete tâbi olacak özneleri var eder. Kişinin devlete olan tutumuna dair yüzeysel bir fikre sahip olmak için, geleneksel aile modelindeki baba figürü ile olan ilişkisine göz atmak yeterlidir. Ailede var olan en üst otorite olan baba, uzun vadede kişiyi sömürecek üst otorite olan devlete, kişinin yabancı kalmamasını sağlamak adına erken dönemde ortaya çıkan bir alıştırma mekanizmasıdır. Babasının hoşuna gitmeyecek davranışlar yaptığında ceza almayı göze alan ve bunu bilinçaltımda normalleştirmiş kişiler devlet otoritesi altında ne kadar isyankar olabilir ki? İşte bu yüzden aile kurumunun güçlenmesi, bürokratik yozlaşma ile paralellik gösteren bir ilişkiye sahiptir. Özne toplumunun en yoğun olduğu bölgelerde devletlerin korkacağı hiçbir şey olmaz, bu yüzden özne toplumu ne kadar yoğunsa devlette o kadar kafasına göre at koşturabilmektedir.

 Biyo-iktidar, Dini Baskı ve Ceza Kanunu ilişkisi

Dini baskıyı farklı bir başlık altında ele almanın nedeni kendi başına bir süreç olmasından ziyade bütün otorite süreçlerinde etkisinin var olmasındandır. Dini baskının felsefi altyapısını idealist felsefe anlayışı oluşturmaktadır. İdealizmin indirgemeci ve tümdengelimci mantık anlayışı günümüzde hiçbir bilimsel ve felsefi başlığın altında geçerlilik bulamamaktadır ki bunun nedeni Marx’ın “Alman İdeolojisi” eseriyle beraber idealizm ve pozitivizmi Feurbach ile birlikte alaşağı etmesidir. Marx’ın diyalektiği ile birlikte felsefe metafizikten arınmış, kendi içinde bilimsel bir paradigmaya geçmiş ve tamamen çözüm odaklı yeni bir felsefi paradigmanın ortaya çıkışı ile sonuç bulmuştur.

Ancak her ne kadar felsefi alanda yerilmiş bir görüş olsa da, idealizm günümüzde hala en yaygın kullanılan kitle kontrol mekanizmalarından biridir. 19.yy’da idealist anlayışı meşru kılan Tanrı kavramı günümüzde özne olarak değil, ide olarak karşımıza çıkmaktadır. Yöntembilimsel olarak toplumsal normların oluşturulmasında tanrı tek başına tasdik için kullanılırken, Neo-pozitivizmle beraber tanrısal düşünce metodu kullanılmaya başlandı ki bu da en az tanrı kadar metafiziksel bir yaklaşımdır. Toplumsal değişim konusunda ümitsizliğin ve kabullenişin nedeni de budur. Örneğin ortaçağda egemen oligark ve din adamları sınıfına karşı durmak günah denilerek reddedilirken günümüzde egemen burjuva sınıfına karşı durmak sadece ümitsizce reddedilmekte, sınıfsız toplum ise insan doğasına ters denilerek karşılık bulmaktadır, çünkü sınıflı toplum bir düzen olarak tanrının tahtına geçmiş ve aksi düşündürülemediği için düşünülememektedir. Putlar ve mitler belliyken bu algıların yıkılması daha kolaydır, ancak şu anın algılarının arkasındaki putlar ve mitler tek bir özneden (tanrı) ibaret olmayarak küresel bir sistemi de içerisinde barındırmaktadır (kapitalizm). Kapitalizmin bu düşünsel yapısı sadece devletler bazında değil insanlar bazında da bir iktidara yerleştiğinin göstergesidir ve bu iktidar başlı başına biyolojik bir iktidardır (biyo-iktidar). Diyalektik ve materyalizm anlayışı ile herhangi bir soruna tümevarımsal yaklaştığımızda her sorunun istisnasız sınıfsal olduğunu anlayabiliyoruz. Bütün otoritelerin nasıl var olduğunu ve nasıl inşa edildiğini, bütün otoritelerin güç aldığı gizli özneleri ve sistemi de bu şekilde ifşa edebilmekteyiz.

 Ceza kanunu ve anayasal boyutta ise biyo-iktidarın analizinde dikkate almamız gereken bir konu var, ceza kanununun sayfa sayısı. Biyo-iktidarın oluşumu kapitalist toplumun oluşumuyla başlamıştır ve sizin de takdirinizdir ki günümüzde medeniyete uzak olarak tasvir edilen bölgeler geç kapitalistleşme aşamasını atlatmış bölgelerdir. Öyle ki biyo-iktidarın zamansal düzlemde olgunlaşmadan kapitalist pazarda egemen olmaya çalışan devletler baskıcı ve otoriter devletlerin ta kendileridir. Misal, Rusya ve Çin gibi kapitalizme sosyalist toplumun ani lağvedilmesiyle geçmiş ülkeler, kapitalist toplumun yazılı olmayan kurallarına aşina olmayan halkının önüne ancak otorite ile çıkabilmektedir. Şu an ise kendilerini özgürlüğün ve medeniyetin timsali olarak lanse eden devletlerin tarihi ise bir o kadar kirlidir. Avrupa ve ABD’de gelişen biyo-iktidarın tohumları feodal düzenden kapital düzene geçişin ilk dönemlerinde atılmış ve bu tohumların ekimi için de toprak bir hayli eşelenmiş, tahrip edilmiştir. Avrupa ve ABD’nin işlediği insanlık suçlarına değinmeye gerek görmüyorum bu noktada. Bu noktada tek bir istisnayı varsayabilirim. Mevcut küresel düzen içerisinde, düzene yabancı uygarlıkların oluşturmuş olduğu otonom düzen, ve kapitalist pazar içerisinde iddialı olmayan, farklı bir işlev ile bu pazara dahil olan devletler.

    Kısaca, mevcut küresel pazara uygun olması gereken toplum yapısının hakemliğini yapan biyo-iktidarın olgunluğu, ele alacağımız devletlerin ceza kanunu sayfaları ile ters orantılıdır desek yanlış olmaz.

Son olarak

   Özne toplumunu, öznelerin düşünsel sınırlarını, öznelerin işlevlerini belirleyen nihai unsurun kapitalist sistemin kendisi olduğunu anladık. Biyo-iktidar, öznelerin sınırlarını çizen, biyolojik olarak düşünceye sınır koyan bir olgu, bunu da anladık. Biyolojik sınırlamaların nedeni olan biyo-iktidar, etki ettiği unsurlar gibi kendisi de biyolojiktir. Yani biyo-iktidar kapitalizmden bağımsız bir olgu değil, kapitalizmle beraber ortaya çıkması gereken zorunlu bir olgu, kapitalizmin işlevsel olarak farklı bir koludur. İşlevselcilik de kapitalizmin kodladığı bir olgudur. Velhasıl burada değinmek istediğim asıl konu kapitalizm ve onun kodlamaları. Özne toplumu, özne toplumunun düşünsel yapıları, özne toplumunun işlevleri ve hatta özne toplumunu anlamaya yönelik analiz metodolojisi bile kapitalizmin kodlamasıdır. Analitik ve işlevselciliğin içselleştirilmesi kapitalizmin korktuğu bir şey değildir. Var olan çelişkilerin anlaşılıp, anlamlandırılması da. Kapitalizm çelişkileri meşrulaştırmaktadır. Analitik felsefe bu çelişkileri çok iyi açıklayıp önümüze sunabilir, ancak değişimin mümkün olduğuna dair hiçbir önerme ileri süremez. Kapitalizm bir olgudur ve olgular uzamsaldır, uzamsal olanın başı ve sonu olmak zorundadır. Felsefe tarihi boyunca da bu böyleydi ancak kapitalizmin biyo-iktidarı öyle bir mekanizma ki, değişimine ve yok oluşuna en yabancı kalınan olgu olduğuna dair hakim olduğu özne toplumunu çok iyi ikna etmiştir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

En Çok Okunanlar